Tarih: 15.02.2021 19:54

Türkiye'de üniversite gerçegi

Facebook Twitter Linked-in

 Toplumda gelisen is bölümünün, çesitlenen ihtiyaçlarin birer sonucu olarak yayginlastikça, modernlesme sürecinin de atesleyicileri oldular. Türkiye'de ise üniversite serüveni, modernlesmenin bu topraklarda sancili gelismesinin bir göstergesi gibidir. Tutucu güç haline gelen dönemin Ulemasi, üniversiteye hep kuskuyla bakmistir. Darülfünun (fenler evi) kurulmasina 1845'te karar verilir. Binasinin yapilmasi 20 yil sürer. 1863'te Dervis Pasa dayanamaz, halka açik fizik dersi ile egitim ögretimi baslatir. 1865 yilinda çikan yanginda 4 bin kitabi ile Darülfünun yanar, kül olur. 1870'te Hoca Tahsin müdürlügünde yeniden açilir. Ramazan ayi gelir, derslere ara verilir. Dönemin ünlü Islam bilgini Cemalettin Afgani verdigi bir konferansta ?Fen'lerin dine üstün? oldugunu söyler, ayaklanma çikar, kurulusundan alti ay sonra Darülfünun bir kez daha kapanir.1875 yilinda Galatasaray Sultanisi içinde Mekatib-i Aliye-i Sultani adiyla üçüncü defa açilir.  Bu bir yandan Galatasaray Sultanisinin önemini ortaya koyar,  diger yandan yöneticilerin üniversite kavramina ne kadar uzak oldugunu da gösterir. Bu yapi, 1881 yilina kadar ögretim dili Türkçe ve Fransizca olarak faaliyetine devam eder. Bu tarihte üniversitenin hukuk bölümü bagimsiz bir okul halinde ayrilir, edebiyat bölümü de kapaninca özelligini yitirir. 1900 yilinda Darülfünun-u Sahane adiyla yeniden açilsa da, gerçek bir üniversite haline gelmek için, 1909 yilinda Ittihat ve Terakki liderlerinden Emrullah Efendi'nin elinde ideolojik yaklasimi içinde yeniden yapilanmayi bekleyecektir. Bu süreçte Almanya'dan getirilen profesörlerin katkisi önemlidir. 1912 yilinda Emrullah Efendi'nin çikardigi Darülfünun Nizamnamesi ile üniversitenin asil serüveni baslar. Bu dönemde üniversitenin rektörünü kendisinin seçtigini de hatirlayalim. Türkiye'ye davet edilen Prf. Albert Malche'in verdigi rapor dogrultusunda 31 Mayis 1933'de Darülfünun kapatilir,  yerine Istanbul Üniversitesi kurulur. Bu yeniden yapilanmada, 1926'dan itibaren Hitlerden kaçip Türkiye'ye siginan 15 kadar Alman profesörün katkilari da önemlidir. Alman Profesörlere üniversite kapisi ardina kadar açilirken, orijinal egitim düsüncesi ile hatirladigimiz Darülfünun son rektörü Ismail Hakki Baltacioglu kapinin önüne konacaktir.  Ikinci üniversite ise Ankara'da 1946'da Ankara Üniversitesi adiyla kurulur.Üniversiteden toplumun beklentisi, her alanda nitelikli insan gücü yetistirmesi, bilgi üretmesi, ürettigi bilgiye sahip çikmasi, bilgiyi halkin yasaminda kullanilacak hale getirmesi, yasamda kullanilmak üzere teknolojiye dönüstürmesi, bu amaçla projeler gelistirmesi olarak özetlenebilir. Bugün 79'u vakif, 129'u devlet, 203 üniversitemiz var. Yüksek ögretimde lisans ve ön lisans düzeyinde 8 milyonu asan da ögrencimiz var.  BILKENT, ODTÜ, ITÜ, Istanbul, Sabanci, Bogaziçi, Koç, Hacettepe ile bunlara eklenebilecek üç bes üniversite disinda, toplumun beklentilerine uygun isleyen, gerçekten kurumsallasmis üniversite var mi?Bizde üniversiteden devletin asil beklentisi, devleti ayakta tutacak siyasi ve mesleki seçkinler yetistirmek oldu. Ziya Gökalp'e göre modern egitim içinden yetisen aydinlar, modernlesme ile gelen evrensel bilgiyi halka götürürken halktan da kültürü alacaklardi, böylece birer seçkin olma hakki kazanacaklardi. Bunu da ne ölçüde becerebildi aydinlarimiz, meçhul! Üniversite, bilim ve teknolojinin etrafinda gelistigi bir merkez olamadi, Batida oldugu gibi Türkiye'de bir türlü. Yüksek ögretime olan istem karsilanamayacak düzeye ulasti. Çünkü orta ögretim mesleki egitim temelinde yapilandirilamadi.Gerekli alt yapi hazirlanmadan ve ögretim üyesi sorunu çözülmeden yeni yüksek okullar ve üniversiteler açildi. Yüksek ögretimde ögrencilerin bilim alanlarina dagilimi ile kalkinmanin gerektirdigi insan gücü arasindaki denge de bir türlü tutturulamadi.Yüksek ögretimde okullasma orani, gelismis ülkelerdeki okullasma oranlarinin çok altinda kaldi. Yüksek ögretimde; egitimin kapsam ve niteligi, basari oranlari kurumlar arasinda önemli farkliliklar gösterdi.Nitelik ikinci plana itildi, unvanlarin kazanilmasindaki standartlar sik sik degisti, üniversite statü, sayginlik ve ücret bakimindan gelisecegi yerde her geçen gün geriledi. Bu durum; birçok üniversiteyi yüksek okul düzeyine düsürdü; bilgi aktarma, iktidarin dümen suyunda hareket etme, bilgi ve fikir üretmenin önüne geçti.Son 20 yilda Türkiye üniversitelerinde bilim yapma potansiyeli, akademisyen basina yapilan yayin sayilari, alanlara göre yayinlarin dagilimi, bunlarin ülkemiz bilimine ve üniversitelerine katkilari sorunludur. Kullanilacak (atifta bulunulacak) bilgi üretme yerine, unvana yetecek makalelerle yetinildi.Üniversitelerde liyakat yerine unvana dayali son derece merkeziyetçi ve hiyerarsik bir islerlik yerlesti. Apartman sakinine taninan yöneticisini seçme hakki, bilim insanina taninmadi. Taninan nispi seçme hakki da, kurumsallasmanin olmadigi yerde ideolojik çatismalara kurban gitti. Artik bugün sira, üniversiteleri siyaseten atanmis kayyumlarla yönetmeye geldi.Çözüm bir yana, yukarida listesini verdigimiz sorunlari daha da derinlestiren bir rol oynadi Yüksek Ögretim Kurulu. Geldigimiz noktada unvanini, medya ekranlarinda siyasi çatismalarda kullanan profesörlere tanik oluyoruz. Bilimsel, yönetsel, ekonomik özgürlüge sahip olmadigi, bilimsel objektif, tarafsiz, tutarli tavri ile ögretim üyesinin halkina güven veremedigi bir ülkede, üniversite, nitelikli insan yetistiremez; bilim ve teknoloji üretemez. Kararname ile disaridan rektör atamaya Bogaziçi Üniversitesi ögretim üyeleri ve ögrencileri, haftalardir inatla direniyorlar. Bu ülkenin aydinlik gelecegi için hala bir umut var, bunu bize gösteriyorlar.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —