Son yıllardaki hamlelerle yepyeni bir çehre kazanan Türkiye, çağın kazanımlarıyla birlikte tarihi ve kültürel birikimi ile geçmişte İslami değerlerle insanlığı kucakladığı aslî misyonuna, yüzyıllar boyu verdiği karşılıksız hizmet rolüne tekrar çağrılıyor. Ülkemizin bu çağrıya cevap verebilmesi için Türkiye Yüzyılı Projesi, çağın gereklerine uygun yerli ve milli bir muhteva ile düzenlenmiş yeni bir eğitim müfredatı ve buna öncülük yapabilecek yeni bir öğretmen yetiştirme programını zorunlu olarak içermelidir.
Türkiye Yüzyılında eğitime doğru hedef ve idealler kazandırılırsa, okullarımızdaki her öğretmen nesillerimizi inşa eden birer sanatkâr olacak; bu toprakların ruhuna ve değerlerine uygun bir felsefe yüklenirse, her öğretmen hayatın seyircisi değil aktörü konumuna yükselecek; anlam boyutlu içkin bir müfredat oluşturulursa, her öğretmen sistemin sadece kullanıcısı değil yapıcısı haline gelecektir. Böylece eğitimi ticaret edinen, öğretmenliği esnaflığa indirgeyen anlayışlar ve öğretmenler sahneden çekileceklerdir. Zira teori ve pratiğiyle büyük eğitimci Nureddin Topçu’nun belirttiği gibi; “Bu, para değil, ruh işidir. Muallimleri maaş derecesine göre tasnif etmek ne kadar budalaca bir hareket olursa, bulunduğu mektebin derecesine göre muallime kıymet vermek itiyadı da o kadar safiyane ve o kadar muzır bir itiyattır”.
Eğitimi ve eğitimciyi merkeze alan bir TÜRKİYE YÜZYILI PROJESİ’nin amacına ulaşma imkân ve gücüne sahip olduğunu düşünüyoruz. Türkiye Yüzyılı vizyonundaki 61 proje içinde öğretmenliğe dair hiçbir projenin yer almamasını ve çizilen hedeflerin içerisinde maarif ve eğitime dair konuların bulunmamasını büyük bir eksiklik olarak yorumluyoruz. Tüm dünya için çok önemli olacak bu çok anlamlı ve iddialı Türkiye Yüzyılı vizyonu projesinin bu yönüyle mutlaka yeniden ele alınıp gözden geçirilmesi ve milli bir eğitimin önündeki engellerin kaldırılması için çağrıda bulunuyoruz.
Bu çok temel engellerden birincisi milli ve manevi bir şuura dayalı bir maarif fikrinin olmayışı ikincisi ise tüm eğitim sistemini adeta felç eden merkezi sınav odaklı ölçme ve değerlendirme biçimi olduğunu vurgulamak yanlış olmayacaktır. Bu çerçevede öncelikle milli ve manevi şuura dayalı özgün bir maarif fikri ve buna uygun yeni ve daha nitelikli bir ölçme değerlendirme sürecinin hayata geçirilmesi için çalışmaların vakit geçirilmeden başlatılmasını diliyoruz.
İlkokulda Bilsem sınavları, 5. sınıfta bursluluk sınavı, 8. sınıfta liselere giriş sınavları (YGS), 12. sınıfta üniversite sınavları (YKS) ile eğitim sınavlara hazırlık şekline dönüşmüştür. Bu sebeple de sınavlar öğrenciyi hayata ve mesleğe hazırlama aracı olmaktan eleme aracına hatta elenmeme yarışı haline dönüşmüştür. Nitekim aileler de bu yarışa endekslenmiş durumdadır. Çocuklarımızın en parlak dönemlerini böyle bir stres içerisinde kaybettiğimizin ve geleceğe tükenmiş, heyecansız ve sorunlu nesiller bıraktığımızın acilen farkına varmalıyız.
Üniversite mezunu ile meslek erbabı arasındaki itibar derecesi birbirine yakın olmak zorundadır. Bu ikisi arasındaki makas açıldıkça ve üniversite mezunu daha konforlu ve itibarlı bir görünüm sergiledikçe meslek okullarından ve mesleklerden kaçış doğal olarak devam edecektir. Halbuki her toplumda belki üniversite mezunundan 5-10 kat daha fazla meslek erbabına ihtiyaç vardır. Öğrencilerin çoğunluğunun liselere değil, meslek okullarına yönlendirilmesi için öncelikle Türkiye’de mesleki eğitim haklı itibarını geri kazanmalıdır ve ülkemizde okulu olmayan hiçbir meslek kalmamalıdır.
Merkezi sınavlar yerine her şeyin yerli yerinde kullanılacağı, fıtrata müdahale edilmeyeceği doğru bir eğitim düzeni, gerçekçi bir ölçme değerlendirme sistemi talep ediyoruz. İnsanın en temel hakkı olan eğitim, sınav merkezli bir anlayışa kurban edilmemelidir.
Tam da bu nedenle, idrak ettiğimiz öğretmenler günü vesilesiyle mevcut eğitim sistemimizin Türkiye Yüzyılı hedeflerine uygun olarak tasarlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Öncelikle Türkiye eğer kendi öğretmen yetiştirme programını hayata geçirir, eğitim ve bilim-üniversite modelini teşkil ve tesis ederse, önce gönül coğrafyamızda, sonra dünyada bir eğitim merkezi haline gelebilir, eğitim metot ve araçlarının en büyük ihracatçısı halini alabilir. Ülkemiz bu yolla bir medeniyet ve kültür merkezi halinde öncü rol oynayabilir.
Bu hedeflere ulaşabilmek için öncelikle ülkemizde öğretmene verilen değer sorgulanmalıdır. Öğretmenin motivasyonunun niçin düştüğü ve mesleğini icra ederken hangi engellerle karşılaştığı mutlaka ortaya konmalıdır. Çünkü öğretmenlerin büyük çoğunluğu itibarlarının zarar gördüğü ve okullarda etki ve fonksiyonlarının erozyona uğradığı kanaatindeler. Özellikle merkezi sınavlar vesilesi ile eğitim yapamadıkları ve daha çok öğretimle uğraşmak zorunda kaldıklarını ifade etmektedirler.
Bilhassa zorunlu eğitim yüzünden belli bir aşamadan sonra akademik olarak eğitime devam etmemesi ve bir mesleğe yönlendirilmesi gereken öğrenciler liseleri doldurduğu için öğretmenin gerçek rolü devre dışı kalmaktadır. Dolayısıyla öğretmenlerin gündeminde karakter gelişimine dönük gerçek ideal bir eğitim modelini oluşturmanın yolunu bulmalıyız.
Öğretmenlik mesleğinin itibarını iade etmek ve hak ettiği noktaya taşımak için büyük bir titizlikle düşünülmüş ve yapılandırılmış öğretmen yetiştirme modelleri ve projeleri acilen tasarlanmalı ve uygulamaya geçirilmelidir.
Bu projeler hazırlanırken dikkate alınması gereken en önemli esas ise milli kimliğe ve bilimsel vizyona dayalı bir sistem oluşturulması gerektiğidir.
Bu şekilde oluşturulacak üniversitelerde çalışacak eğiticiler ve öğretmen adaylarının özenle seçilmesiyle; bilimsellik, pedagojik yaklaşım ve milli kimlik ön plana çıkarılmasıyla; seçimde somut liyakat ölçütleri benimsenmesiyle “eğitim ve eğitimci problemi” etkili bir şekilde çözülebilecektir.
Maarif Platformu olarak nitelikli öğretmen yetiştirme noktasında bu çağrı metninde kısmen özetlediğimiz bir yol haritası ve rapor hazırlığı içerisinde olduğumuzu da bu münasebetle ifade etmek isteriz.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.