Prof. Dr. Namik Kemal Okumuş

Tarih: 03.09.2024 00:43

Aklın Konumu ve Gerekleri

Facebook Twitter Linked-in

 O nedenle, insan için merkeze alınan bu aşama, onu sayesinde öne alınan unsurlarla sağlıklı şekilde bağ kurup sonuca ulaşma adımını gündeme alan ‘zorunlu basamak’ hükmündedir. (Bkz.: Yûnus, 10/16; Sâffât, 37/138). Hatta ‘anlama yeteneği’ konumunda olan akıl erdemi, akletme ediminden ziyade, kendilerine söylenen olası ezberleri öne alanlar için sistem dışı bir kazanım konumuna transfer edilmiştir. Bu vesileyle, yalnızca ‘zihinsel inşa’ aşamasında olan bu yetenek, zaman içinde bazı dindar ekoller nezdinde beşer tasavvuru dışına alınmak koşuluyla, düşünmeyen, ancak duyduğuna itaat eden çevrenin yeşermesine de neden olmuş konumdadır.
İnsan sorumluluğu bandında öne alınan aşamaların; akıllı olma, ergenlik çağında bulunma ve vahiyle muhatap olma seçeneklerinden oluştuğu mâlumdur. O yüzdendir ki, insanın Allah karşısında muhatap olması, ‘seçim yapma’ iradesi sayesindedir. Nitekim Kelâmî gelenekte sıklıkla tartışılan bu konunun Hâricîlik, Şîa, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet, yani Eş’arîlik ve de Mâtürîdîlik nezdinde ele alınıp sonuca bağlanmaya çalışıldığı da açıkça gözükmektedir. Ayrıca, teknik anlamda, hüsün-kubuh yani güzel-çirkin konusunda işlenen bu aşama, Mu’tezile nezdinde iyi ve kötünün Allah tarafından yaratılmış olması iddiasını %50 oranında, yani Allah’ın sadece iyiyi yarattığı kabulüyle, Ehl-i Sünnette ise, her ikisini de Allah’ın yarattığını söyledikleri bilinmektedir. O kadar ki, bahsedilen aşamada gerçek olan husus ise,  iyi ve kötü olgusunun insanın yapmasıyla/yaratmasıyla yani %100 oranında insana mahsus olmasıyla deklere edilmelidir.
Kelâmî gelenekte tartışma konusu edilen hususların başında gelen konunun akıl ve akletme aşaması olduğu yakinen blinmektedir. O yüzden de, hemen her grubun aka yüklediği anlamların bilinmesi de, sağlıklı karar alma hususunda açıkça gerekli olmaktadır. Eğer ki, insan için son derece gerekli olan bu adım atılmayacak olursa, zaman içinde akleden insanı değil, söylenene sorgulamadan itaat edeni yani akletmeyi sistem dışına alanı merkeze taşıyan tuhaf dindarlık seçenekleriyle de tanışık duruma geçeceğiz. Belki de, aklın mahiyeti, türleri ve işlevselliğinin öne alındığı bu aşama, insana verilen yetenek konumunda olan akıl organının irade sayesinde işlevsel kılınması yani akletme unsurunun merkeze alınmasını önemsemektedir. Ayrıca, Yüce Allah’ın indirdiği vahyin sadece akıl çerçevesinde işleme alınması, hem aklın değer ve konumuna, hem de, akleden insanın atacağı adıma olan güvenden oluşmaktadır.
Esasında, sisteme yerleştirilen insan tasavvurunda merkezde olan yeteneğin ‘akletme adımı’ olduğu açıkça söylenmelidir. Bu vesileyledir ki, hem Allah, hem âlem, hem de Öte Dünya tasavvurunda aklın yani akletme adımının merkezde olduğu, bu sayede de, akıl sahibi olan insanın yapıp-etmelerinden sorumlu olduğu da yakinen görülmektedir. Nitekim ilk din ve ilk insandan itibaren merkezde olan bu aşama, zaman içinde Filozofların dahi işleme alıp, dinsel kümeler tarafından dışlandığını da her daim haber vermektedir. Bu sebeple, Allah-Kâinat-İnsan-Öte Dünya tasavvurunda işleme alınan akletme becerisinin insan için zorunlu basamak olması, Hak Din denilen duyuru aşamasının zaman içinde aklı, akletmeyi ve dahi sorgulamayı sistem dışına alıp, ‘zihinsel köle’ yetiştirmeyi tercih eden dinsel grupların ana düşmanı konumuna geçmesine neden olmuş gibidir.
Kanaatimizce, işin içinde olan Yüce Allah’ın dediği şekliyle, İslâm’a ve de Hak Din’e yapılan her türlü itirazın mutlak surette aklın detaylarıyla işleme alınması gerekmektedir. Eğer ki, yalnızca akleden insanı merkeze alan bu adım atılacak olursa, hem yapılan itirazların, hem de verilen cevapların insanı tanıyan Yüce Allah tarafından dikkate aldığı anlamı da açıkça görülecektir. Yok, iman denilen kabul, insanın anlam arayışı segmentinde devrede olan aklın/akletmenin dışına çıkarılacak olursa, gelinen aşamanın ‘robotik dindar’ karakterini yetiştireceği ve dahi yetiştirdiği de kolaylıkla tespit edilecektir. O yüzdendir ki, akleden insanın merkeze alacağı sorgulama aşaması, Hak Dinin merkeze aldığı yegâne üslup olsa gerektir. (Bkz.: Mâide, 5/67; Nûr, 24/35; Ahzâb, 33/53-55).
Yine, akleden insan üzerinden yol alan Kur’an’ın açık ettiğine göre, akıl sahipler, aklını kullananlar, aklını kullanmayanlar, aklı başında olanlar, akıllıca davrananlar, akıl edenler, akıl etmeyenler, akıllı kimseler ve akılları ermez kişilerin her daim ‘akıllanmayacak mısınız?’ sorusuyla muhatap oldukları da açıkça görülmektedir. (Bkz.: Bakara, 2/44; En’âm, 6/32; Hûd, 11/51;  Yûsuf, 12/109; Enbiyâ, 21/10; Mü’minûn, 23/80; Kasas, 28/60; Yâsîn, 36/68; Sâffât, 37/138). Yine, insanı merkeze alan Yüce Allah’ın dediğine göre, ‘olanı anlama’ yeteneğiyle halk edilen insana gönderilen ayetler, sahip olunan aklın kullanılması için verilen destek hükmündedir. (Bakara, 2/242). Ve dahi, Vahyin açık ettiği şekliyle, aklı olup akıllanmayı devreye almayan kişi ve toplumların gerçeği değil, önyargıyı merkeze alan kutsallık kapısına teveccüh ettiği de mâlum gözükmektedir.
Bunun yanında, Vahyin akıl konusunda işleme aldığı ana adımın aklı ermez kişilerin iradeleri üzerinden sunulanı devre dışına aldığı beyanıdır diyebiliriz. (Bkz.: Nisâ, 4/5, Hucurât, 49/4). Bu sebepledir ki, insan denilen ergin muhataptan istenen asıl adım, ‘aklını kullanma normalliği üzerinden yol alma’ tercihinin aktifleştirilmesidir demek durumundayız. (Bkz.: Rûm, 30/24; Mülk, 67/10). Nitekim insana kıymet veren Allah’ın dediğine göre, olanlardan ibret alıp sağlıklı sonuca ulaşabilen kişi ve kesimler, sadece aklını kullananlar olacaktır. (Bkz.: Ra’d, 13/4; Nahl, 16/12, 67; Ankebût, 29/35; Rûm, 30/24, 28; Câsiye, 45/5). Ancak, aklını kullanmayan kişi ve toplumun hakikatten uzak durma yerine, kendisine sunulan anlamsız ve de geçersiz kabulleri hakikat kümesine aldığı ve dahi alacağı da her daim açık edilmektedir. (Bkz.: Şuarâ, 26/28; Kâf, 50/37). 
Nitekim işin içinde olan Yüce Allah’ın dediğine göre, aklını kullanmayan birey ve toplum sağır/duymaz ve dilsiz/hakikati söylemeyen ezberci kümenin elemanları olduğu açıkça görülmektedir. (Bkz.: Enfâl, 8/22; Ankebût, 29/63; Haşr, 59/14). Ancak, donanımlı varlık konumunda halk edilen irade sahibi insanı bu denli üstün yetenekle işe dâhil eden Allah’ın hak ve hakikat konusunda akletmeyi yani akıllı olmayı merkeze alan hukukî adımları önerdiği de açıkça görülmektedir. (Bakara, 2/282). Bu demektir ki, İslâmî İlimlerin şaheseri konumunda olan Kelâm alanının güncel problemleri işlerken aklı devre dışına alan yaklaşımlardan bahsetmesi, adına dindarlık değil, grupçuluk denilen tercihin aktif edildiğini de açık edecek konumdadır. 
Bu yüzdendir ki, özellikle ülkemiz için dile getirebiliriz ki, kutsallık atfedilen siyasî ve dinî önder ve kisvelerin hata yapacağından bahseden kişilerin oranı büyük ihtimalle sıfıra denk gelen bir sayısal oran hükmündedir. Belki de, bu adımın farkına varan Yüce Allah’ın son olarak Kur’an-ı Kerim’de Peygamberlerin hata, kusur ve günâhlarından bahsetmesi, (Bkz.: Yûsuf, 12/24; İsrâ, 17/74; Kasas, 28/14-17; Abese, 80/1-10), yaşayan insan için örnek alınacak en değerli sunum hükmündedir. Öyle ya, yalnızca insan arasında seçilen Peygamberlerin inana ait bir tercih konumunda olan günâh işlediği veya işleyebileceği konumda olması, Allah’ın dediğinin gerçek olduğu manasına gelecektir. Üstelik onlara atfedilen ‘ismet’ yani günâhsızlık sıfatının sadece ‘vahiy aktarma görevi/süreci’ kapsamından geçerli olması, diğer insanlar gibi onların da günâhsızlığından bahsetmek, Vahye karşı duran dincilerin kazanımı olsa gerektir.
Artık, akıllı insanlardan seçilen Peygamberler ile onların muhataplarını tanıtırken Vahiy/Kur’an/Kutsal Metin özelinde öne alınan en birinci hususun, ‘akleden insan’ olduğu da yakinen bilinecektir. O yüzden de, Kur’an’da 68/altmışsekiz yerde kullanılan akıl konusu, benzer tespitler üzerinden 800’e/sekizyüze ulaşan kullanımla son derece etkin konuma da yükselmiştir. Zira Yüce Allah’ın tarif ettiği akıl, gerçek ve de hakikatle muhatap olan kişinin kullandığı normallik olarak da tanınmaktadır. (Bkz.: En’âm, 6/32; Yûnus, 10/10; Sâd, 38/29). Bu sebepledir ki, hemen her durumda işin içine dâhil edilen akıl sahibi insanın ‘aklını kullanma/akletme/düşünme/inceleme/kıyas etme/yorumlama/değerlendirme/hüküm verme’ gibi aklın türevleri olan etkin basamakları devreye alan insan olarak tanındığı da, vahyin öğretileri arasında bulunmaktadır.
Ayrıca, ‘Allah’ın sözü’ konumunda olan Kur’an’da geçen ‘akletme’ adımının; teakkul/ince bağ kurma, tefekkür/fikir üretme, tefakkuh/idrak etme, kavrama, tedebbür/derinlemesine düşünme, teemmül/düşünüp taşınma, tezekkür/anma, zikretme, ibret almak, tefehhüm/anlama gibi insana özgü adımlar üzerinden bahsedilen anlamlı kazanımları merkeze almakta olduğu da yakinen bilinmektedir. Bu sebeple, insanı dikkate alan Vahyin merkeze aldığı kullanım aşamasının akıl organını övme yerine, onun asıl adımı konumunda olan ‘akletme’ vasfı üzerinden sağlıklı düşünmeye kapı araladığı da açıkça gözükmektedir. (Bkz.: Bakara, 2/44).
Gariptir ki, daha ilk aşamadan itibaren halk arasından seçilen Peygamberlerin merkeze taşıdığı bu adım, zaman içinde insanı ‘zihinsel köle’ konumuna getiren ekol, grup ve cemaat yapısıyla bağ kurup, ‘mutlak itaat’ zorunlu adımı üzerinden akıl yoksunu bir aşamaya da getirmiş konumdadır. Ve dahi, bazı kesimler nezdinde merkeze alınıp, ‘aklını kullanmazlar’ (Yûnus, 10/100) suçlaması yapılan inanan kesimin aşağılandığı da bilinmektedir. O yüzden de, Allah’a gönül verenleri aşağılamak için dile getirilen; ‘akılsızların iman ettiği gibi iman eder miyiz?’ (Bakara, 2/13) söylemi, yalnızca dün için değil, bugün için de işlemde olan etkin bir hususa denk gelmektedir. 
Üstelik bahsedilen sorgulama aşamasının kabul edilen kutsallıklar için geçersiz olması, Allah’tan gelenin değişimine fırsat verdiği halde, atadan kalan iman esaslarının değişimine de olanak sağlamayacaktır. Yine, daha da açık edebiliriz ki, Yüce Allah’ın bahsettiği durum, tıpkı vahiyle muhatap olan Elçiler nezdinde geçerli olduğu gibi, bugün ve de yarın yine vahyi merkeze alan dindar kesim için de geçerli olacaktır. Ve dahi, yakinen bilindiği şekliyle, insan arasında seçilen Elçilerin yaptığı gibi ‘vahiy üzerinden işleme alınan uyarı kümesi’ adlı adımın dışlanması, özellikle dindar kesim ile bazı grupçular nezdinde her daim geçerli olmaktadır. Nitekim ‘hakikat, yalnızca bizim üstadın/şeyhin, önderin… dediğidir’ ezberinin yanında ikamet eden dindar kesimin ürettiği bu kabul, insanı eğiten Vahyin muhatap aldığı Müslüman karakteriyle uyum sağlamadığı da açıkça tespit edilecektir.
Haddizatında, Yüce Allah’ın isteğine muhalif olup, özellikle de dinsel gruplar içerisinde açık tutulan basamağın, aklını ve dahi sorgulamayı kapı dışında bırakıp, büsbütün olarak gruba dâhil olma adımının atılmasıdır diyebiliriz. Ve dahi, hemen her ortamda sergilenen bu aşama, üstadını eleştiren muhatapların sistem dışına alındığı yapıyı da merkeze almaktadır. O yüzden de, içerisine girilen grupların ‘eleştiri/sorgulama’ denilen adımı bütünüyle sözlük dışına alması, eleştiri adımını kullanan kendi dışındakilere yapılan suçlamayı farz haline getirdikleri anlamına da gelecektir. Hatta tutulan kulüplerden, seçilen önderlere değin insanı köleleştiren bu adım, ne hikmetse sağ-sol demeden hemen herkesin sisteme aldığı diyalog biçimine de dönüşmüştür.
Nitekim işin içinde olan Vahyin akıl, aklını kullanma ve aklını kullanmama aşaması olarak dile getirdiği bu konu, insan için zorunlu konumda olan adımların atılması anlamına da gelecektir. O sebepledir ki, insana önerilen din olgusu, mutlak surette akletmenin kontrolünden geçecek ‘Tanrısal bildirim’ hükmündedir. Eğer ki, ‘normal akıl’ pozisyonuyla uygunluk göstermeyen bir istek varsa, akleden insanın olası yeteneği gereği, bahsedilen aşamanın Allah’ın isteği olmadığının testi ve dahi tespiti de kolaylıkla yapılacaktır. Bu nedenledir ki, yalnızca akıl sahiplerini muhatap alan Yüce Allah, önyargıları müstesna olmak üzere, öne alınan muhatabın diyeceği hemen her şeye sağlıklı cevabın verildiği de mâlum gözükmektedir


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —