Amaç ise her zaman var olan ve var olmayan arasında bağ kuran mücadele gücü…
Amaçsızlıkta güvensizlik ve korku karanlıkta yürümek gibi…
Ya da kapalı yerde kalmaktan korkan panik atak hastası gibi…
Hareket halindeyken amaçsızlığın olumsuz duygusu pek hissedilmez.
Ama hayatın kıyısında gezinirken, bir an geçmişi, geleceği düşünüp ölümü hatırlayınca amaçsızlık midede adeta bir krampa, ayaklarda kangrene dönüşür.
Adım atamaz, nefes alamaz bir hal oluşur.
Düşünceler kemirir zihni…
“Ya”, “keşke”, “acaba” gibi kelimeler sıralanır.
Mutluluğu, su katılmış süt gibi…
Bulanık, tatsız, tuzsuz…
Amaçlılık da hayata bir sıfır önde başlamak var.
Bu önde olma duygusu insan için ruhsal ve bedensel itici bir güç…
Başarısızlık ve ayıp yoktur bu güçte…
Süreklilik, tekrar, başarıya kavuşma ve ayakta kalma duygusu var.
Zihinde, şüphe, karamsarlık, umutsuzluk ve son yok…
Sürekli bir ümit, özgüven, cesaret ve atılım var.
Süreklilik her zaman var olmanın bilinci…
Bitmişlik ve tükenmişlik sendromu bir son…
Amaçlılıkta son yok, hep baş ve yol var.
Başlar yol, yollar baş…
İnsanlığa fayda, katkı, kalıcı eser bırakma duygusu ön planda…
Hz. Peygamber (s.a.v), bu konuda şöyle der:
“Müslüman bir kişi bir ağaç diker de ondan insan, hayvan veya kuş yerse, bu yenen şey kıyamet gününe kadar o Müslüman için sadaka olur.” (Müslim, Müsakât, 10)
Bu söz, amaçlılığın, insanlık paydasındaki değerini ifade eder.
Bedensel ya da zihinsel fayda olsun fark etmez.
İnsan olması ve amaçlılık içinde faydaya dönüşmesi yeterli…
Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder. Çünkü her yerde olmak, hiçbir yerde olmamaktır. (Montaigne)
Kendini bir amaca adadığın andan itibaren sıradan birisi olmanın ötesine geçersin. Artık bambaşka bir kişisindir. (Liam Neeson)
Bir amaç olmaksızın, sırf yaşamak için yaşamaya ne gerek var! (Lev Tolstoy)