• BIST 100

    14184,16%-0,79
  • DOLAR

    42,71% 0,05
  • EURO

    50,28% 0,16
  • GRAM ALTIN

    5875,43% -0,56
  • Ç. ALTIN

    9465,02% -0,78

DR. VEHBI KARA


Bediüzzaman’i Görmeyen Hoca Yusuf Kaplan (1)


Degerli yazar ve akademisyen Yusuf Kaplan’i çok seven bir kisiyim. Düsüncelerini paylasirken kimseye riyakârlik yapmayan ilkeli ve hakperest bir kisidir. Fakat çok üzüldügüm bir konuda elestirilerimi arz etmek istiyorum.

Bir konferansta kendisine su soruyu sormustum: “Hocam verdiginiz örneklerde çogunlukla “Nietzsche (Niçe diye okunur)” gibi yazarlari örnek gösteriyor devamli olarak bu ve benzer felsefecilerden referans veriyorsunuz. Hâlbuki ben sizden Bediüzzaman Said Nursi ve Necip Fazil Kisakürek gibi yerli ve milli yazarlarimizdan örnek vermenizi beklerdim”.

Cevap olarak itiraz etti ve “sadece felsefecileri örnek vermedigini” ve “Bediüzzaman’dan da örnek verdigini” söyledi. Bende sorularina cevap verirken memnuniyetimi ifade ettim.

Aradan yillar geçti. Yusuf Kaplan’in “Önümüzü açacak öncü kusak için 100 kitaplik okuma listesi” diye yayinladigi ve bes asamada okunmasini tavsiye ettigi çesitli reklamlari okudum. Heyecanla bu listeleri incelemeye basladim. Fakat büyük bir hayal kirikligi yasadigimi inkâr edemem.

Bu listede Necip Fazil Kisakürek’in “Çöle Inen Nur” isimli kitabini görmüs olsam da Bediüzzaman’in muhtesem külliyati olan Risale-i Nur eserlerinden bir tanesini dahi görememek büyük bir eksiklikti.

O halde Yusuf Kaplan hocamiz gibi âlim ve degerli zatlari bir kenara koyup okuma listesi hazirlayanlara su tavsiyelerde bulunup Bediüzzaman Said Nursi’nin hayat hikâyesinden bir kesit sunarak niçin bu zati tanimak ve eserlerini niçin okumak gerektigini anlatmaya çalisayim: 

Bir okul arkadasim da Bediüzzaman’i tanimadigini söylüyordu. Fesübhanallah, Osmanli ve Cumhuriyet dönemlerinde yasamis, dogru yol ve istikametten hiç ayrilmamis, harp gazisi ve madalya sahibi Bediüzzaman’i tanimamak kadar büyük bir gaflet olur mu?

Demek ki bize bu zati unutturmuslar. O halde Bediüzzaman’i hiç olmaz ise gençlik dönemini bir makale hacmi ile tanimaya çalisalim. Zira bundan bahsetmemek yazarlar için dahi suçtur, ayiptir…

Elbette sadece gençlik bölümünün yer aldigi bu yazi; onu hakkiyla anlamaya yetmez. Daha yakindan tanimak için eserlerine müracaat etmek gereklidir. Simdilik gençlik devrini 32 madde ile anlamaya çalisalim:

1. Kesinlikle hiç kimseden hediye olarak para almiyordu. Sonuçta da hiçbir maddî mülkiyeti evi, barki, konagi yoktu. Hayatinda kimsesiz ve sürgünde geçen bir tarzi vardi. Defalarca hapislerde kalmis çok sikintili ve dehsetli musibetler içerisinde yasamisti. Yine de kimseden para ve karsiliksiz hediye almadigi, hatta onu çok seven talebelerini dahi kirdigi fakat hediye almadigi görülmüstür.

2. Hiçbir âlime hocaya sual sormazdi. Ancak sorulanlara cevap verirdi. Bu hususta söyle derdi ki: "Ben ulemanin ilmini inkâr etmem; binaenaleyh kendilerinden sual sormak fazladir. Benim ilmimden süphe edenler varsa sorsunlar, onlara cevap vereyim." Yani “hoca oldugu halde bir soruyu bilemedi” diye kimseyi zor durumda birakmak istemezdi.

3. Yaninda bulunan talebelerini de ayni kendisi gibi zekât ve hediye almaktan men ederdi. Onlari da yalniz Allah rizasi için çalistirirdi. Hatta çogu zaman talebelerini kendi iase derdi.

4. Daima yalniz kalmak ve dünyada mümkün oldugunca hiçbir seyle alâka peyda etmemeye çalisirdi. Bunun içindir ki, "Bütün malimi bir elimle kaldirip götürebilmeliyim" demistir. Sebebi sorulunca da, "Bir zaman gelecek, herkes benim halime gipta edecektir”. Ayrica, “mal ve servet bana lezzet vermiyor; dünyaya ancak bir misafirhane nazariyla bakiyorum" derdi. Nitekim Birinci Dünya savasina talebeleri ile katilmis savasta büyük yararliliklar göstermis madalya verilmisti.

5. Savasta agir yarali olarak esir düsmüs Bolsevik devriminden istifade ederek esir kampindan firar edip Istanbul’a gelmistir. Burada Osmanli Ordusu mensubu olarak en önemli ilmi akademi olan Darülhikmet’ül Islamiye‘ye aza olmustu.

6. Çok kisa zamanda kitap okur ve hafizasina alirdi. Van Valisi merhum Tahir Pasanin konaginda birçok ilim sahibi kisiyi ilzam etmis yani susturmustu. Iste pek genç yasta oldugu halde bu hallerinden dolayi ve deniz gibi bir ilme malikiyetinden dolayi ehl-i ilim, Molla Said'e "Bediüzzaman" lâkabini vermistir.

7. Bediüzzaman, Van'da bulundugu müddet zarfinda, o zamana kadar edindigi fikir ve düsüncelerle yeni ilmi ve ders usullerini göstermeye baslamisti. Dini hakikatleri asrin fehmine ve tarzina uygun en yeni izahlarla ispat etmek suretiyle talebelerini yetistirirdi.

8. Van'da bulundugu vakit, merhum Vali Tahir Pasa, Avrupa kitaplarini arastirarak kendisine sualler tertip edip sorardi. Bunlarin hiçbirisini görmedigi ve Türkçeyi de yeni konusmaya basladigi halde, cevabinda tereddüt etmezdi. Birgün kitaplari görür ve Tahir Pasanin bunlardan sual tertip ettigini anlayarak az bir zamanda kitaplarin muhtevasini elde ederdi.

9. O tarihlerde hatta vefatindan önceki son dersinde dahi en büyük gaye ve düsüncesinden bir tanesi, Misir'daki Câmiü'l-Ezher'e mukabil Bitlis, Diyarbakir ve Van'da "Medresetü'z-Zehra" isminde bir darülfünun yani üniversite meydana getirmekti. Bu tesebbüsünü kuvveden fiile çikarmak niyetinde olup bunu her devirde tasarlayip uygulamaya çalismistir. II: Abdülhamid, Sultan Resat ve hatta Cumhuriyet döneminde bu amaç için büyük gayret sarf etmistir.

10. Istanbul'a gelmeden evvel bir gün Tahir Pasa, "Sark ulemasini ilzam ediyorsun, fakat Istanbul'a gidip o denizdeki büyük baliklara da meydan okuyabilecek misin?" demisti. O da Istanbul'a gelir gelmez ulemayi münazaraya davet etti. Bunun üzerine Istanbul'daki meshur âlimler grup grup ziyarete gelip sualler soruyorlar ve o hepsinin de cevaplarini dogru ve sahih olarak veriyordu. Bundan maksadi, Dogu Anadolu'daki ilim ve irfan faaliyetine nazar-i dikkati celb etmekti. Yoksa Molla Said, kesinlikle kendini begenmisligi sevmezdi. Her türlü gösteristen uzak olarak hareket ederdi.

11. Ilim, cesaret, hafiza ve zekâ itibariyla pek harika idi. Ayni derecede, belki daha ziyade olarak, ihlasli idi. Tasannu, riyakârlik ve minnet altinda birakmaktan hoslanmazdi. Istanbul'daki ikametgâhinin kapisinda söyle bir levha asili idi: "Burada her müskül halledilir, her suale cevap verilir; fakat sual sorulmaz”.

12. Istanbul'da grup grup gelen ulemanin suallerini cevaplandiriyordu. Genç yasinda böyle bilâ istisna bütün suallere cevap vermesi ve gayet mukni ve belig ifade ve harika hal ve tavirlariyla, ehl-i ilmi hayranlikla takdire sevk ediyordu. Ve "Bediüzzaman" ünvanina bihakkin lâyik görüyorlar ve bu fevkalâde zâti, bir "nâdire-i hilkat" olarak tavsif ediyorlardi. Hattâ bu zamanlarda Misir Câmiü'l-Ezher Üniversitesi reislerinden meshur Seyh Bahît Efendi Istanbul'a bir seyahat için geldiginde, Istanbul'da bulunan Bediüzzaman Said Nursî'yi ilzam edemeyen Istanbul ulemasi, Seyh Bahît'ten bu genç hocanin ilzam edilmesini isterler. Seyh Bahîd de bu teklifi kabul ederek bir münazara zemini arar. 

Ve bir namaz vakti Ayasofya Camiinden çikip çayhaneye oturuldugunda bunu firsat telâkki eden Seyh Bahît Efendi, yaninda ulema hazir bulundugu halde Bediüzzaman'a hitaben"Avrupa ve Osmanlilar hakkinda ne diyorsunuz, fikriniz nedir?" der. Seyh Bahît Efendinin bu sualden maksadi, Bediüzzaman'dan süphe duymadigi ilmini ve zekâsini tecrübe etmek degil, belki, gelecege ait fikirlerini ögrenmekti. 

Cevabinda "Avrupa bir Islâm devletine hâmiledir, günün birinde onu doguracak. Osmanlilar da Avrupa ile hâmiledir; o da onu doguracak." Demisti. Bu cevaba karsi Seyh Bahît, "Bu gençle münazara edilmez. Ben de ayni kanaatteyim. Fakat bu kadar veciz ve beligâne bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman'a hastir" demistir.

13. Bediüzzaman'in Istanbul'da hayati, siyaset yoluyla Islâmiyet’e hizmet etmek seklindedir. 

Siyasî hayata karismasi, Islâmiyet’e hizmet askinin bir neticesi idi. Daima hürriyet taraftari idi. Gördügü haksizliklardan dolayi yöneticilere "Siz dini incittiniz, Gayretullaha dokundunuz, seriati tezyif ettiniz; neticesi vahim olacaktir" diye muhalefet etmekten çekinmezdi.

14. Hürriyetten sonra arkadaslariyla beraber Ittihad-i Muhammedî (a.s.m.) Cemiyetini kurmus cemiyet pek kisa bir zamanda inkisafa baslamistir. Hattâ Bediüzzaman'in bir makalesiyle Adapazari ve Izmit havalisinde elli bin kisi cemiyete dâhil olmustu.

15. Hürriyeti yanlis göstermemek ve mesrutiyeti mesrutiyet-i mesrûa olarak kabul etmek lâzim geldigini ileri sürerek bu hususta dinî gazetelerde makaleler nesrediyor etmisti. Bu makale ve hitabeleri, emsalsiz denecek kadar belig ve ikna edici idi. Ehl-i ilim ve ehl-i siyaset, Said Nursî'nin bu yazilarindan ve derslerinden çok istifade etmis milli uyanis için gerekli adimlari atmisti.

16. Bediüzzaman Said Nursî'nin Mesrutiyetin ilaninin üçüncü gününde söyledigi ve sonra Selânik'te Hürriyet Meydaninda tekrar ettigi ve o zamanin gazetelerinin nesrettikleri nutku emsalsizdir. “Hürriyete hitâp” basligi ile “Ey vatan evladi! Hürriyeti kötü düsünmeyin ve yanlis kullanmayin” diyerek özgürlügün elimizden kaçmamasini istemistir. Hürriyeti de Kuran hükümlerine, seriatin adabina uymakla mümkün olacagini ifade etmis güzel ahlak sayesinde gelisip güçlenecegini söylemistir.

Yazinin devami gelecektir, vesselam…

Bediüzzaman’i Görmeyen Hoca Yusuf Kaplan (2)

 

17. Istanbul Hahambasisi Yahudi Karasso ile Bediüzzaman arasinda Selânik'te cereyan eden bir konusma sirasinda, Karasso konusmayi yarida birakarak disariya firlamis ve arkadaslarina, "Eger yaninda biraz daha kalsaydim, az kalsin beni de Müslüman edecekti" diyerek maglûbiyetini hayret ve telâsla izhar etmistir. Karasso ki, Osmanli Imparatorlugunu parçalamak için sinsi ve tertipli bir sekilde çalisan gizli bir teskilâta mensup olup, ortada fevkalâde bir rol oynuyordu. Karasso'nun Bediüzzaman'i ziyaret etmekten maksadi, onu kendi fikrine çevirmek ve mes'um gayesine âlet etmek idi.

18. 31 Mart Hadisesi meydana gelir. Seriat isteyen ve o hadisede ismi karisan on bes kadar hoca idam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme binasinin bahçesinde asili durduklari ve kendisi de pencereden onlari gördügü bir halde muhakeme olunur. Mahkeme reisi Hursid Pasa sorar: "Sen de seriat istemissin?" Bediüzzaman cevap verir: "Seriatin bir hakikatine, bin ruhum olsa feda etmeye hazirim. Zira seriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyisi gibi degil!"

19. Bediüzzaman'in sikiyönetim mahkemesindeki bu müdafaasi iki defa kitap olarak nesredilmistir. O dehsetli mahkemeden idamini beklerken hem beraat etmis hem de yüzlerce masum insani kurtarmistir. Mahkemeye tesekkür etmeyerek, yolda Bayezid'den tâ Sultanahmet’e kadar, arkasinda kalabalik bir halk kitlesi mevcut oldugu halde, "Zalimler için yasasin Cehennem! Zalimler için yasasin Cehennem!" nidâlariyla ilerlemistir.

20. Hürriyetin baslangicinda dogu asiretlerine telgraf çekerek "Mesrutiyet ve kanun-u esasî isittiginiz mesele ise, hakikî adalet ve mesveret-i ser'iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasina çalisiniz. Zira dünyevî saadetimiz mesrutiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz." Demis, her yerden bu telgrafin cevabi, müspet ve güzel olarak gelmistir. Dogu illerini tenbih ederek gafil birakmamistir. Tâ yeni bir istibdat ve baski rejimi onlarin gafletinden istifade etmesin. Neme lâzim dememistir.

21. Ayasofya'da, Bayezid'de, Fatih'te, Süleymaniye'de umum âlimlere ve ögrencilere defalarca nutuklarla seriati ve mesrutiyetin anlamini hakiki münasebetini izah etmistir. Tahakküm ve baskinin seriatla bir münasebeti olmadigini beyan etmistir. “Milletin efendisi, onlara hizmet edendir” hadisinin sirriyla, seriat âleme gelmis, tâ istibdadi ve zalimâne tahakkümü mahvetsin diyerek hürriyet ve özgürlüklerin yesermesine çalismistir.

22. Istanbul'da yirmi bine yakin Kürt’ü, hamal ve gafil ve safdil olduklari için siyasetçilerin aldatmasindan korkarak toplanti yerlerini ve kahvelerini gezmis anlayacaklari sekilde mesrutiyeti onlara telkin etmistir. Istibdatin, zulüm ve tahakküm oldugunu mesrutiyetin ise adalet ve seriat oldugunu söylemistir. “Eger Padisah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edecegiz. Yoksa Peygambere tâbi olmayip zulmedenler, padisah da olsalar haydutturlar” diyerek asil düsmanimizin cehalet, zaruret, ihtilâf oldugunu ikna ederek anlatmistir. Bu üç düsmana karsi san'at, marifet, ittifak silâhiyla cihad edilebilecegini ve terakkiye sevk eden hakikî kardes olarak Türkleri gördügünü ifade etmistir.

23. Husumette yani düsmanlikta fenalik oldugunu, “husumete vaktimizin olmadigini söylemistir. Iste o hamallarin, Avusturya'ya karsi boykotlari Avrupa'ya karsi ekonomik savas açmaya sebebiyet vermistir.

24. Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle, seriati (hâsâ) istibdada müsait zannettiklerinden, nihayet derecede kalben üzülmüs idi. Onlarin zannini tekzip etmek için, Mesrutiyeti herkesten ziyade seriat namina alkislamistir. Lâkin yine korkmus baska bir istibdat tekrar o zanni tasdik eder diye, ne kadar kuvveti varsa Ayasofya Camiinde meb'usana hitaben feryat etmis demistir ki: “Mesrutiyeti, mesruiyet ünvani ile telâkki ve telkin ediniz. Tâ yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübaregi agrazina siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti, âdâb-i seriatla takyid ediniz. Zira câhil efrad ve avâm-i nas kayitsiz hür olsa, sartsiz tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur. Adalet namazinda kibleniz dört mezhep olsun. Tâ ki namaz sahih ola” Mesrutiyet nizaminin ehlisünnetin dört mezhebine uygun oldugunu dâvâ etmistir.

25. Gazetelerde ikazlar yaparak gazetecileri uyarmistir. Demistir ki: “Ey gazeteciler! Edipler edepli olmali; hem de edeb-i Islâmiye ile müteeddib olmali. Ve onlarin sözleri, kalb-i umumî-i müsterek-i milletten bîtarafane çikmali. Ve matbuat nizamnamesini, vicdaninizdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli”.

26. Defalarca isyan ve kalkismayi önlemistir. Korkarak halkin siyasete karisarak asayisi ihlâl etmesine karsi uygun lisan ile heyecani teskin etmistir. Bayezid'de talebenin içtimainda ve Ayasofya mevlidinde ve Ferah Tiyatrosundaki heyecana yetismis bir derece heyecani durdurmayi basarmistir.

27. Ittihad-i Muhammedî (a.s.m.) namiyla bir cemiyet tesekkül edilince korkarak bu mübarek ismin altinda bazilarinin suiistimallerini önlemeye çalismistir. “Bu isim umumun hakkidir, tahsis ve tahdit kabul etmez” diyerek fenaliklari önlemistir.

28. Sultan Selim' Han’a biat ettigini söyleyerek “ittihad-i Islâm” fikrini kabul etmistir.

29. Askerlerin siyasete karistigini görüp engel olmaya çalismistir. Bir gazetede yazarak: “Simdi en mukaddes cemiyet, ehl-i iman askerlerinin cemiyetidir. Umum mü'min ve fedakâr askerlerin meslegine girenler, neferden seraskere kadar dâhildir. Zira ittihad, uhuvvet, itaat, muhabbet ve ilâ-yi kelimetullah, dünyanin en mukaddes cemiyetinin maksadidir. Umum mü'min askerler tamamiyla bu maksada mazhardirlar. Askerler merkezdir. Millet ve cemiyet onlara intisap etmek lâzimdir. Sair cemiyetler, milleti, asker gibi mazhar-i muhabbet ve uhuvvet etmek içindir” diyerek askerlerin siyasetten uzaklastirmistir.

30. Mart'in otuz birinci günündeki dehsetli hareketi görmüs ve halki anarsistlikten kurtaran “seriat” lafzini yalniz görmüstür. Anlamistir ki is fena, itaat muhtell, nasihat tesirsizdir. Yoksa her vakit gibi yine o atesin söndürülmesine tesebbüs edecekti. Fakat yine de isyani bir derece bastirmistir. Harbiye Nezaretindeki askerler içine Cuma günü ulema ile beraber gitmis gayet müessir nutuklarla sekiz tabur askeri itaate getirmistir. Nasihatleri tesir etmistir ki, söyle demistir: "Ey asâkir-i muvahhidîn! Otuz milyon Osmanli ve üç yüz milyon Islâmin nâmusu ve haysiyeti ve saadeti ve bayrak-i tevhidi, bir cihette sizin itaatinize vabestedir. Sizin zabitleriniz bir günah ile kendi nefsine zulmetse, siz bu itaatsizlikle üç yüz milyon Islam’a zulmediyorsunuz. Zira bu itaatsizlikle uhuvvet-i Islâmiyeyi tehlikeye atiyorsunuz. Biliniz ki, asker ocagi cesîm ve muntazam bir fabrikaya benzer. Bir çark itaatsizlik etse, bütün fabrika hercümerç olur. Asker neferati siyasete karismaz. Yeniçeriler sahittir. Siz seriat dersiniz, hâlbuki seriate muhalefet ediyorsunuz. Ve lekedar ediyorsunuz. Seriat ile, Kur'ân ile, hadîs ile, hikmet ile, tecrübe ile sabittir ki; saglam, dindar, hakperest ulü'l-emre itaat farzdir. Sizin ulü'l-emriniz, üstadiniz, zabitlerinizdir. Nasil ki, mâhir mühendis, hâzik tabip bir cihette günahkâr olsalar, tip ve hendeselerine zarar vermez. Kezâlik, münevverü'l-efkâr ve fenn-i harbe âsinâ, mektepli, hamiyetli, mü'min zabitlerinizin bir cüz'î nâmesru hareketi için itaatinize halel vermekle Osmanlilara, Islâmlara zulmetmeyiniz. Zira itaatsizlik yalniz bir zulüm degil, milyonlarca nüfusun hakkina bir nevi tecavüz demektir. Bilirsiniz ki, bu zamanda bayrak-i tevhid-i Ilâhî sizin yed-i secaatinizdedir. O yedin kuvveti de itaat ve intizamdir. Zira bin muntazam ve mutî asker, yüz bin basibozuga mukabildir”.

31. Dogu’nun perisan halini görüp anlamistir ki dünyadaki saadet üniversitelerle olacak. Tâ ki din alimleri fenlerle ünsiyet peyda etsin, alissin. Ve o saik ile Istanbul’a gelmis Padisah II. Abdülhamid’e müracaat etmis fakat müracaati yerine maas ve ihsan-i sahane verilmistir. Bediüzzaman bunu kabul etmeyip reddedince hapse ve timarhaneye atilmistir. Zira ihsani sahaneyi yani Padisah’in özel hediyesini kabul etmemek tarihte esine rastlanmayan bir durumdu.

32. Islâm ülkelerinin merkezi ve rabitasi olan hilâfet makamini korumak maksadiyla Sultan Abdülhamid Han Hazretlerine nasihat etmeye çalismistir. Demistir ki: "Münhasif Yildizi (sarayini) darülfünun et, tâ Süreyya kadar âli olsun. Ve oraya seyyahlar, zebânîler yerine ehl-i hakikat melâike-i rahmeti yerlestir, tâ cennet gibi olsun. Ve Yildiz'daki milletin sana hediye ettigi servetini, milletin bas hastaligi olan cehaletini tedavi için büyük dinî darülfünunlara sarf ile millete iade et. Ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira, senin sahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sirf âhireti düsünmek lâzim. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayi terk et. Zekâtü'l-ömrü ömr-ü sâni yolunda sarf eyle!"

Bu maddeler çok daha fazla çogaltilabilir. Çünkü sadece gençlik hayatindan bir kesit sunulmustur. Hayatinin diger kismi ise hapis ve sürgünde mahkeme salonlarinda geçmistir. Fakat maksat Bediüzzaman Said Nursi’yi tanimak, tanitmak olmasindan dolayi simdilik bu kadari ile yetinmek gerekiyor. Zira Bediüzzaman’i tanimanin en iyi yolu onun hayat hikayesini ve kahramanliklarini madde madde yazmak degil saheser eser olan Risale-i Nur Külliyatini okumakla mümkündür. Kim ki bu eserleri anlayarak okur ise zamanin mühim bir âlimi olabilir. Yusuf hocamin kulaklari çinlasin, vesselam…

Yazarın Diğer Yazıları


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.