Doktorlar Susar, El Mucib Konuşur
Bir rahatsızlık, belki hafif bir ağrı, belki içten içe büyüyen bir huzursuzluk. Kişi kendini hastane kapısında bulur. Beyaz önlükler, soğuk cihazlar, alışıldık sorular… Ve ardından bir reçete. Doktor ilacı verirken şöyle der:
“Bunu kullanın, 15 gün sonra tekrar gelin, neticeyi o zaman göreceğiz.” Neticeyi o da bilmez.
O an, muayene bitmiştir ama asıl süreç yeni başlamıştır.
Artık tıbbi müdahale değil, kalbi tevekkül devrededir. Gönül Allah'a bakar.
Zaman işlemeye başlar. Her ilaç yudumunda, her sabah uyanışta, her gece kapanan gözlerde görünmez bir dua yankılanır:
“Şifa ver Allah’ım… Sen dilediğin zaman, dilediğin şekilde…”
Bu süreçte doktor susar.
İlaç sessizdir.
Cihazlar susturulmuştur.
Yalnız el-Mucib konuşur..
O, dualara karşılık verendir.
İnsanın iç sesiyle yaptığı niyazlara, kalbin fısıltısıyla dile gelen umutlara cevap verendir.
Gönül dua eder; belki söz susar ama gözlerde bir yakarış saklıdır.
Ve işte, bu içli bekleyişin sonunda, o gün gelir… Kontrol zamanı.
Doktor ekrana bakar.
Ama artık o söz, sadece bir araçtır. Zira hüküm çoktan verilmiştir.
Doktor, el Mucib'in muradı neyse onu söyler. Belki bir tebessümle, belki sıradan bir ifadeyle… ''İyileşmişsin, geçmiş olsun'' der.
Ama o anda kalbin içi yankılanır:
“Allah’ım… ”
İşte bu, el-Mucib’in cevabıdır.
O 15 gün boyunca, görünmeyen bir kapı çalınmış, görünmeyen bir dert anlatılmış ve görünmeyen bir makamdan cevap gelmiştir.
Bu cevap, sadece bir şifa değildir; tevekkülün ödülü, sabırla geçen zamanın, sessiz duaların, gizli gözyaşlarının icabetidir. Bazen bu cevap şifa şeklinde gelir, bazen de şifadan daha kıymetli bir anlayışla:
“Her şey Senin elinde Ya Rabbi… Ben sadece Senin kapındayım.”
O an sadece el-Mucib'e, kalpten yükselen sonsuz bir şükür görünür.