İnsan vardır, servetle parlar ama kalbi karanlıktır. İnsan da vardır ki, ceplerinde hiç altın yoktur ama bakışı, susuşu, yürüyüşü başka bir âlemin ışığıyla yanar. İşte o, Allah’ı ve Resûlünü tanımış olan kimsedir.
O kişi bilir ki, dağlar gibi biriktirse de malı, bir nefesin güvencesi yoksa hiçbirinin kıymeti yoktur. Ve yine bilir ki, bir ânlık Allah’ın lütfu, yüz yıllık zahmetin önüne geçebilir. Çünkü o, kalp hazinesinin anahtarını bulmuştur: Marifetullah.
Gönlünde Allah sevgisi olan kişi, çöl ortasında bir vaha gibidir. Herkes yanarken o serin kalır. Herkes ararken o bulmuştur. Onun zenginliği; altın sandığında değil, secde yerinde saklıdır. Dünyaya eğilmektense, Allah’a eğilmeyi yeğlemiştir.
Kalbi bir saray gibidir: İçinde sabır taht kurmuştur, tevekkül perdeleriyle süslenmiştir, şükür kandilleriyle aydınlanmıştır. Resûl’ün ahlakıyla bezendiğinden, en büyük zenginliğe ermiştir: İnsan olabilmiş bir insan…
Onun dostu Allah’tır. Yardımcısı Resûl’dür. Kimsesiz kaldığında kimsesizlikte yalnız değildir. Kalabalıklar arasında kaybolmaz, yalnızlıkta tükenmez. Çünkü o bilir: Kul terk etse de Rab terk etmez. Dünya sırt çevirse de Resûl gözyaşı döker yine kucak açar.
Ve onun hayatında bir söz hep yankılanır:
“Kim Allah’ı ve Resûlünü dost edinirse, bilsin ki galip olanlar onlardır.”
Zira Allah yeter...
Ey kalbini kaybeden yolcu, dön de bak şu ebediyet sarayına... Altın değil ilimle, edeple süslenmiş; taht değil, secdelerle örülmüş... Ve o sarayın kapısında bir yazı:
“Bu kapıdan içeri giren, gerçek zenginliği bulmuştur.”
Dünyalık peşinde yorgun düşen nefesini, bir an tut ve kalbine sor:
“Ben ne ile zenginim?”
Eğer cevabın “Allah ve Resûlü” ise...
O vakit bil ki, hazineler senin ardındadır.
Sen aramanın yolunu bilmesen de seni bulurlar.