Çocuğu olmadığı için yetim bir çocuğu evlatlık olarak yanına almıştı. Ermeniler içinde
büyümüş olan yetim çocuk molla Muhammed’in yanında Zübeyir ismini almış ve İslamiyet ile şereflenmişti.
Molla Muhammed’in yanında öyle güzel bir Müslüman olarak yetişti ki; çığ altında kalıp vefat etiğinde köylüler mübarek cesedini çıkardıklarında elinde sıkı sıkıya tuttuğu Kur'an-ı Kerim’le görmüşlerdi.
Bir Cuma günü molla Muhammed hutbe okurken
aniden rahatsızlanmış ve cemaate:
“Bu belki size benim
son imametim olacak” demişti.
Cami cemaati telaşla onu namazdan sonra eve götürdüler. Rahatsızlığı artınca ağlamaya başlamıştı. Yanındakiler “neden ağlıyorsunuz?” diye sorduklarında
Molla Muhammed:
“Ben öleceğim diye ağlamıyorum! Ben sadece; Seyda'nın (Bediüzzaman hazretleri) Ağabeyimin kıymetini daha çok niye bilemedim diye ağlıyorum. Bir çok büyük alim, büyük zat’lar bizim eve misafir olarak geldiklerinde hiç birisi Seyda’nın önünde içeri girmezlerdi. Onlar hep Seyda’dan sonra içeri girerlerdi. Şimdi düşünüyorum da
Seyda’nın daha çok neden kıymetini anlayamadım, bilemedim diye ağlıyorum.”
Bir müddet sonra çok fenalaşır son nefesini vermek üzere iken; yatağından
aniden ayağa kalkar ve kapıya bakarak:
“Seyda geldi, Seyda geldi!” diye bağırarak, içeriye sanki büyük bir zat girmiş gibi saygı ile
el pençe durmaya başlar ve bir müddet öyle bekledikten sonra yatağına uzanır ve vefat eder.
Mübarek naaşı yıkanırken ve kefenlenirken ellerini açmak istemişlerse de bir türlü ellerini açamamışlar ve
o şekilde defnedilmiştir.
O hüzünlü yıllarda Molla Muhammed vefat ettiğinde, Ağabeyi büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi (ra) hazretleri de zindanlarda en dehşetli işkenceler altında zulme uğramakta idi.
Ağabeyinden 25 yıl boyunca ayrı kalmasına; ceberut ve zalim CHP iktidarı ve zihniyeti sebep olmuştu. Bu arsız ve azgın zihniyet bütün imkanlarıyla Ku’an’a, iman’a, mukaddesata saldırıyordu. Ülkeyi düşman elinden kurtaran müslüman halk, iktidarı ele geçiren azgın bir hükümet tarafından içten işgal edilmişti.
O ceberut ve dehşetli dönemde en büyük baskıya maruz kalan ve sürgün edilen Bediüzzaman Said Nursi (ra) hazretleri de; ne köyüne gidip ailesini görmesine ve ne de ailesinin onu ziyaret edip görmesine asla izin vermiyorlardı! O’nu buz gibi soğuk hapishane ve zindanlarda tecrit edip, en ağır işkenceler ile birlikte yemeğine de zehir katıyorlardı.
En azılı katiller bile bugün hapishanelerde ailesiyle görüşebilirken, bütün hayatını insanların imanını kurtarmak için sarfeden, dünya namına hiçbir şeyi olmayan, ülkesini Rus ve Ermeni’lere karşı talebeleriyle birlikte koruyan, doğu ve kafkas cephesinde vatan müdafaasında destanlar yazan, şanlı Osmanlı döneminde ülke savunmasında gösterdiği üstün başarısından dolayı; Osmanlı askeri hiyerarşi’sinde Albay rütbesi ve nişan ile taltif edilen, 1920 yılında İstanbul'un İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine, işgal kuvvetleri aleyhine kaleme aldığı Hutuvat-ı Sitte risalesi ile dessas İngiliz’in İstanbul’da bulunan askerlerine karşı; İstanbul’u dar eden ve İstanbul’u işgalden kurtaran büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi (ra) hazretlerine dahi göstermediler! Kafir Rus’un yapmadığı zulmü işkenceyi yaptılar