Prof.Dr.Semsettin DURSUN

Tarih: 22.09.2023 02:23

Bir davet öncüsü Hasan El Benna

Facebook Twitter Linked-in

Hasan EL- Benna… Künyesi; Hasan bin Ahmed bin Abdirrahman el-Benna’dır. 1906 yılında Mısır‘ın Buhayra vilayetine bağlı Mahmudiye kasabasında dünyaya geldi. İlk eğitimini bir muhaddis olan babasından aldı.

Babası Ahmet, önemli âlimlerdendi. Aynı zamanda saatçiydi. Hasan El Benna, Demenhur’daki eğitimine devam ederken bir yandan da babasının yanında hem ilim öğreniyor hem de saatçilik öğreniyordu. Saat tamiri işinde ustalaşmıştı. Yıllar sonra genç davetçilere, memurluğun dar bir geçim kapısı olduğunu, bununla birlikte ikinci bir mesleğin şart olduğunu tavsiye edecekti.

Çok aktifti

Genç yaşta hafız oldu. Kendisi Hanefi fıkhı üzerine, diğer kardeşleri Maliki, Hanbeli ve Şafii fıkhı üzerine tedrisat yaptı. Öyle enerji doluydu ki, hem okul, hem medrese hem de saatçiliği bir arada yürütüyor, bir işten bir işe geçince dinlendiğini söylüyordu.

Henüz ilkokul sıralarındayken bile liderlik vasıflarını taşıyor, sorumluluk duygusunu en ince noktasına varana kadar hissediyordu. Gördüğü yanlışları söylemekten ve insanları uyarmaktan asla çekinmiyordu.

O yıllarda bile kurduğu cemiyetler var. Bugün Sivil Toplum Örgütü dediğimiz oluşumların kendi yaşına uygun olanlarına katılıyor, o günün sosyal dokusuna göre cemiyetler kuruyor ve toplumsal duyarlılık oluşturmaya gayret ediyordu.

Bu durumu olumlu karşılayanlar olduğu gibi onu azarlayan, karşı çıkanlar da vardı. Karşı çıkanların söylediği şey; “Bu iş sana mı kaldı” sözüydü. Bu iş kime kalmalıydı? Eğer bir toplum esaret altındaysa, kültürel bombardıman altındaysa ve inanç temelleri yıkılmak isteniyorsa, toplumun ileri gelenleri bu işe dur demiyorsa, bu işe dur diyen birilerinin de çıkması gerekmez miydi? Şüphesiz bunun da yaşı yoktu.

1923’te Kahire’de dini ve toplumsal konularda geleneksel eğitim veren Darü’l Ulum adlı öğretmen okuluna kayıt yaptırdı. Çok parlak bir öğrencilik dönemi yaşadı.. Çalışkandı, örnek bir insandı. Hocalarına karşı olan saygı ve sevgisi, ahlaklı bilinçli kişiliği onu kısa sürede tanınır hale getirdi.

Okulu bitirmeye yakın, hocalarından biri bir gün sınıfa şu soruyu sordu;  “Eğitim görmendeki en büyük hedefin nedir ve bu hedefini gerçekleştirmek için kullanacağın araçlar nelerdir?” Bu bir kompozisyon sorusuydu. Her öğrencinin farklı bir cevabı oldu. Hasan El Benna’nın da kendisine yakışır bir cevabı vardı şüphesiz. O bu soruya şöyle cevap verecekti:

İki hedefi vardı

 “Eğitimimi tamamladıktan sonra biri özel biri de genel olmak üzere iki büyük hedefim var. Özel olanı, ailem ile akrabalarımı mutlu etmek ve elimden geldiği kadarıyla sevdiğim arkadaşlarıma vefa göstermektir.

Genel olanı da şudur: Mürşit bir öğretmen olacağım. Gündüzleri çocukları eğitirken geceleri ise onların babalarına dini hedeflerini, mutluluk ile sevinç kaynaklarını öğreteceğim. Bunları konuşmalarla, tartışmalarla, teliflerle, kitaplarla, gezi ve seyahatlerle yapacağım.

İkinci hedefimi gerçekleştirmek için araçlarım azim ve fedakârlıktır. Bir şeyleri ıslah etmek isteyen kişi için bu ikisi gölgesi gibi olmalıdır. Başarısının da sırrı buradadır. Bu iki hasleti taşıyan biri de hiçbir zaman küçük düşecek veya itibarını zedeleyecek bir duruma düşmez.

Bu hedefe yönelik ilmi aracım ise şudur: Çok çalışacağım. Resmi evrakların çok çalıştığımı göstermesini sağlayacağım. Böylesi bir çalışmayı ilke edinmiş kişilerle ve böylesi kişilere saygı duyanlarla tanışıp beraber olacağım. Bedenim, kaybettiğimi bulma yolunda zorluklara katlanacak, naifliğine rağmen zahmeti yoldaş edineceğim. Nefsimi Allah’a sattım. Yüce Allah’ın izni ve iradesiyle bu pek kârlı bir ticaret olacaktır. Temennimiz Allah’ın bu çabaları bizden kabul etmesi ve tamamına erdirmesidir.

Kişiye ancak vicdanının etki edeceği bir yalnızlıkta, sadece Latîf ve Habîr olan Allah’ın görebileceği gecelerde, bu, Rabbime verdiğim bir sözdür ve bir borç olarak bunu kayda geçiyorum. Hocalarımı da buna şahit tutuyorum. …Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.”

hasan-el-benna

İdeal sahibiydi

1927 yılında ise Arapça öğretmeni olarak Süveyş Kanalı yakınlarında bulunan İsmailiye’ de bir ilkokula atandı. Amacı sadece öğretmenlik yapıp maaş almak ve gününü geçirmek değildi. İdeal sahibiydi.

Doğduğu günden beri yaşadığı ülke sömürge altındaydı. Kardeşleri, akrabaları, çevresinde gördüğü herkes, İngiliz esareti altındaydı ve günden güne yozlaşan bir kültürün can çekişine tanıklık ediyordu. Ülkeyi yönetenlerin ise bu durum hiç de umurlarında değildi. Ülkenin tüm değerleri çiğnenmiş, ülke kaynakları sömürülerek kurutulmuş, yöneticiler ise birer kukla olarak makamlarında kalmalarına müsaade edilmişti.

1928 yılına kadar Hasan El Bennâ’nın eğitim kurumlarından edindiği tecrübe ve birikim, Mısır toplumunun geçirmekte olduğu fikrî ve manevi buhrana bir reçete ve ıslah programı olduğunu görmüştü.

Hasan El Bennâ, Mısır halkının yoksulluk, yoksunluk ve zayıflığının başlıca sebebinin İslâm’a olan bağlılığın gevşemesi ve Batı hayranlığı ve taklitçiliği olduğunu, özellikle Mısır yöneticilerinin, aydınlarının ve bürokratlarının aldıkları Batı eğitiminin sonucunda İslami değerlerden uzaklaştıklarını; İslam’ın hikmet, irfan, tasavvur, tarih ve medeniyetleri hakkında cahil kalan bu insanların Mısır toplumunu da İslami kimlikten uzaklaştırarak Batı’nın sosyal ve kültürel emperyalizminin kucağına atarak, İslam’ın etkinliğinin azaldığını ve ülkenin yegane kurtuluşunun İslâm’ın temel değerlerine dönmek olduğunu görür.

Bu düşünceden hareketle, bütün fikrî çalışmalarının ve çabalarının merkezine İslâmiyet’i alarak, İslam’ın hayatın bütün yönlerini içine alan kapsayıcı bir dünya görüşü olduğunu vurgulamıştır. Çünkü o da biliyordu ki, bütün insanlığın kurtuluşu olmayan bir kurtuluş, hiç birimizin kurtuluşu olamaz. Bu kapsayıcı ve kucaklayıcı yaklaşımla; “İslam kal dini değil, hal dinidir” temel prensibini esas alarak, söylem ve eylem bütünlüğü çerçevesinde çalışmalarını gece gündüz demeden sürdürdü.

Ne yapmalı?

Onun uykularını kaçıran, onu bir arayışa sürükleyen de ülkesine karşı duyduğu bu sorumluluk bilinciydi. İslam’ın temellerinden sarsılarak oluşturulmak istenen yeni bir yapı ve bunun karşısında dillerini yutmuş, suskunluğa bürünmüş, işin sadece lakırdısını yapan bir Müslüman toplum. Bazı tarikatlar ve cemaatlerde baş gösteren hizipçilik akımı da işin başka bir yönü. Tüm bunlara karşı alınması gereken tedbirler olmalıydı. Arkadaşlarıyla olan görüşmelerinde sürekli konuştukları mevzu buydu. Ne yapmalı?  Ümmet bu uçurumdan nasıl kurtarılabilir?

Hasan El Benna, o günkü durumu şöyle anlatıyordu: “İnsanlarımızın bu tür ağır nefsani meşgalelerin içinde olmasına, başıboş dolaşmasına, kahvehanelere doluşmasına, fesadın kaynağı olan, ahlakı bozan salonlara gidip gelmesine şaşırır dururduk. Birini çevirip de neden böylesi sıkıcı ve boş oturmaların peşinde olduğunu sorsan, ‘Vakit öldürüyorum’ der. Oysa bu zavallı bilmez ki vaktini öldüren kişi aslında kendini öldürüyordur. İnsanların bu durumuna şaşardık. Oysa çoğu da okumuş düşünen insanlardı ve böylesi bir ataleti önleme konusunda bizden daha önde olması gereken kişilerdi. Sonra birbirimize bunun, ümmetin en tehlikeli hastalıklarından birisi olduğunu, bu hastalığın tedavisi için gerekli çalışmaların yine aynı ümmetin bireyleri tarafından yapılması gerektiğini söylerdik.”

Özelde Mısır ve genelde dünyayı kasıp kavuran kültür emperyalizmi, sömürgecilik akımı ve kaybolan İslami hassasiyet onun uykularını kaçırıyor, bir şeyler yapmak için kendini zorluyordu. İlgilendiği arkadaşlarıyla oluşturduğu çevresiyle konuyu derinlemesine paylaşmanın zamanı gelmişti artık.

Müslüman Kardeşler

Artık teşkilatlı çalışmanın ve kendi sistemlerini kurmanın zamanı gelmişti ve bunu duyurmalıydı. Bir merkezleri ve planlı bir çalışmaları olmalıydı. Ortak hareket etmeliydiler. Arkadaşlarını evine davet etti ve tüm bu fikirlerini paylaştı. Arkadaşları onu dikkatle dinledi ve hepsi evet dediler. Beraber yürümeye ve fikir ve eylem birliği yapmaya karar verdiler o akşam. İşte o akşam, 1928 yılında Müslüman Kardeşler Hareketinin temeli,  bu kentte, Benna’nın mütevazı evinde atıldı.

Müslüman Kardeşler hareketi, 10 yıl gibi kısa sürede tüm Mısır’daki siyasi atmosferi etkileyecek bir güce ulaştı. Hem bir davet hareketi ve hem de siyasi bir güç olarak büyüyor, kitleleri etkilemeye devam ediyordu. Böylelikle sömürge altında yaşayan Mısır halkının uyanışı da sağlanmış oldu.

Sömürgeci güçlerle ona destek veren yerli işbirlikçilerin tüm hesaplarını alt üst etmeye başlamıştı. Çünkü 1940’lara gelindiğinde hareketin Mısır’daki şube sayısı üç bini bulmuş, bağlılarının sayısı ise yüzbinlere ulaşmıştı. Bu yükseliş mevcut yönetim ve işbirlikçilerinin korkusunu arttırıyordu. Bir ihtilalden her zaman için endişe duyuyorlardı. İngilizlerin kurdukları düzen çatırdıyordu. Bir şeyler yapmaları gerekiyordu.

Ve şehadet

Hasan El Benna,  sürgün edildi. Geniş çaplı tutuklamalar başladı ve arkadaşları tutuklanarak zindanlara atıldı. Cemaate bağlı kuruluşların kapılarına kilit vuruldu. Ama hiçbir baskı sonuç vermedi. Sonunda ancak onun bedenini ortadan kaldırırlarsa hedeflerine ulaşabileceklerini düşündüler. Şubat 1949 tarihinde büyük aksiyon adamı ve dava önderi Hasan El Benna’yı şehid ettiler.

Hasan El Benna’nın bedeni ortadan kaldırılmıştı. Unuttukları bir şey vardı. Bu hareket, onun varlığıyla sınırlı değildi. Bu ateş onun şehadetiyle daha güçlü parlamaya başladı ve tüm dünyayı etkisi altına alarak mazlumların kurtuluşu ve uyanışı için umut olmaya devam etti. Çünkü; “Şehadet bir çağrıydı tüm çağlara ve insanlara.”

Toprağa ekilen tohumdu. Her tohum da bir gün mutlaka ağaca dönüşecekti. Ve daha nice davet öncüsü Hasan El Bennalar yetişecekti.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —