• BIST 100

    14155,46%0,76
  • DOLAR

    42,69% 0,23
  • EURO

    50,15% 0,06
  • GRAM ALTIN

    5897,70% 0,71
  • Ç. ALTIN

    9533,17% 2,62

M.Nuri Bingöl


Bu Dünyada Bir Cennet: Ilgın’da Yazılan Huzur Hikâyesi

Bir millet bahçesinde üç kuşak bir araya geldi; çaydan Kur’an’a, salıncaktan hatıraya, bir ailenin sessiz cenneti yazıldı.


Geniş yapraklı çınar, akasya ve çamların gölgesinde serin bir rüzgâr esiyordu yürekleri okşayıp serinleterek.  Ilgın’ın huzur dolu Millet Bahçesi, çocuk kahkahaları ve kuş cıvıltılarıyla bezeliydi. Günün yorgunluğu hafif  esintiyle silinirken bir bankın etrafında küçük bir hayat yazılıyordu sessizce. 
  Nesibe, sevecen bir titizlikle çantasından çocuklar için bir şeyler çıkarıyordu durmadan. Gözleriyle hem aradığı mendili bulmaya çalışıyor hem de minik Ayliz Gökçe’yi kolluyordu. Ayliz, küçük elleriyle sepetin içine dalmış, annesinin iznini beklemeden hayata karışan bir merakla ondan bir şeyler ayıklıyordu sanki.
   Biraz ötede, gölgeli bir ağacın altında oturan Ahmet Nureddin, hem bu tabloya bakıyor hem de içindeki duyguları ölçüp biçiyordu. Saçlarına düşen aklar, yüzüne sinmiş tebessümle bir ömürlük yorgunluğu gizliyordu. Torunu Gökçe'nin gülüş ve saadetini görmekten memnundu. Kendi kendine mırıldanmaktan da geri duramıyordu:
  “İnsan, bazen büyük bir roman değil de böyle küçük sahne olmak ister. Bir dedenin, bir annenin ve iki çocuğun kalbinde saklı bir huzur sahnesi...”
  Gün batımına yaklaşırken, ağaçların arasından süzülen ışık, her şeyin üstüne ince bir altın şerit çeker gibi.
   Ilgın’da o gün, büyük bir romanın en sade ve en kıymetli cümlesi yazıldı: "Aile."
**
 Ayliz Gökçe, dünyayı henüz yeni keşfetmeye başlayan küçük bir yıldız gibiydi. Her şey onun için taptaze, her ses yeni bir şarkı misaliiydi. Annesi çantayı karıştırırken, o da minik elleriyle içindekileri inceliyordu: bir mendil, bir minik parfüm şişesi, bir anahtarlık ve bir kurdele.
   “Anne bu ne?” diye sordu şaşkın bir ifadeyle.
   “O, senin doğum gününde saçına taktığımız fiyonk. Saklıyorum onu,” dedi Nesibe gülümseyerek.
  Ayliz, o fiyonkla bir peri kızıymış gibi dans etti kısa bir süre. Yanlarında oturan ağabeyi gözlüklerini düzelterek söze karıştı:
    “Ben de senin doğum gününde şarkı söylemiştim, hatırlıyor musun?”
  “Sen ‘Mutlu yıllar’ dememiştin bana, ‘Gökçe Yıldız’ demiştin,” dedi kız kardeşi, hafifçe somurtarak.
    Ahmet Nureddin o sırada oturduğu yerden ayağa kalktı. Elinde cep telefonuyla yavaşça yaklaştı ve bu anı gizlice kadraja aldı. Onlar fark etmeden, günü daha ölümsüzleştirmişti sanki. Sonra usulca yanlarına geldi:
  “Ne konuşuyorsunuz bakalım?”
  “Dedeciğim, bu fiyonk benimmiş, ama artık oyuncak bebeklerime takacağım,” dedi Ayliz. Nesibe elini uzatıp kızının yanağını okşadı.  
  Ahmet Nureddin oturduğu sandalyeye dönerken not  defterine bir şeyler yazdı. Ayliz’in fark ettiği bu küçük şey, onun gözünde dünyanın en güzel hazinesiydi.
**
 Gökçelerin öğleden sonrası oyun alanına taşınmıştı. Ayliz Gökçe, gözünü salıncağa dikince ağabeyi, onun için salıncağı hafifçe itiyor ve her seferinde “Yüksel bakalım kuş kız!” diye bağırıyordu. Küçük kızın kahkahaları Ilgın Bahçesi’ne yayılıyor, salıncağın gıcırtısıyla karışıp  neşenin sekillenmiş hali oluyordu.
  Ama aniden... Salıncak bir an dengesini kaybetti, Gökçe yavaşça yan döndü ve yere oturarak düştü. Sert değil, ama ani bir şaşkınlıkla. Gözlerinde yaş birikti, dudakları titredi. Bir anda koşarak gelen annesi Nesibe diz çökerek,
  “Ah kuzum! Dizin mi ağrıdı?” diye sordu.
  Ayliz başını salladı. Ne acı vardı ne de  korku. Sadece beklenmedik bir düşmenin getirdiği ürkeklikti yüzündeki. Annesi onu hemen kucağına aldı. Tunik eteğiyle gözyaşlarını sildi. Dedesi Ahmet Nureddin de yanlarına geldi. Eğildi, torununun göz hizasına indi.
  “Seni salıncağa çıkaran kuş, yere inince baykuşa dönüşürmüş.” diye latife etti gülümseyerek. Ayliz durdu. Başını kaldırıp kaşlarını sevimlice çattı.
   “Baykuş mu?”
   “Ama korkma. Çünkü baykuşlar geceyi korurlarmış  Sen artık geceyi koruyan küçük bir kahramansın. Korunan gecenin şafağı tez olurmuş ”
  O an Gökçe'nin yüz hatları yumuşadı. Dizindeki tozlar annesince silindi, gözyaşları dindi. Ağabeyi ona yaklaşırken biraz mahçuptu:
   “Yarın yine bineriz ama daha yavaş,” dedi utanarak. Ayliz onun elini tuttu. Nesibe  ise kızı Gökçe'yi öptü, Gökyüzü hâlâ açıktı. Hayat, bir daha hiç ağlamayacakmış gibi devam edip gidiyordu.
**
.  Güneş, yaprakların arasından süzülerek masaya düşüyordu hâlâ. Nesibe termostan çay ikram etti sonra. Çocuklar bisküviyle oyalansa da, küçük Ayliz Gökçe dedesinin dizine sokulmuş, onun sesini bir masal gibi dinlemeye hazırlanmıştı tekrar.
  Ahmet Nureddin, çayından bir yudum alıp bakışlarını çınar ağacının gövdesine dikti, " maşaallah, Rabbim nasıl çok nimet sunmuş bize..." diye "zikir" vazifesini yaptıktan sonra  hüzne kaydı:
  “Ben sizin yaşınızdayken, Ilgın’da değil, havara taş bir evin avlusundaydım. Babam bana tahta çerçeveli, zili bozuk bir bisiklet almıştı. Siyah kurdele bağlamıştı gidonuna. Çünkü bayram günüydü. Nesibe kaşlarını kaldırarak:
  “Bayram hediyesi miydi?” diye soruyor aceleyle. Ahmet Nureddin başını sallıyor. “Ama o bisikleti sadece iki gün kullanabildim. Sonra bizim oradakı ırmak taşınca duvarımız da çökmüştü, bisiklet de sele kapılıp gitti.”
  Ayliz Gökçe’nin yüzü ciddileşiyor. Ağabeyi bir şey demiyor ama kulağını dedesine veriyor.
  “Ama üzülmedim. Çünkü o bisikletle iki gün boyunca mahallede herkesi gezdirmiştim. Kendi binmediğim kadar başkasını bindirmiştim. Hâlâ hatırlarım. Siyah kurdele, rüzgârda uçuşurdu.”
  Bir sessizlik oldu, çaydan bir yudum daha alındı. Küçük Ayliz fısıldayarak,
  “Dede… Benim oyuncak arabama da siyah kurdele bağlayalım mı?” deyince Ahmet Nureddin başını okşadı onun.
  “Olur olur dedem. Ama rüzgârı da davet etmek gerekir…” dedi.
**
  Gün ilerlemiş, çocukların enerjisi tükenmeye yüz tutmuştu. Ayliz Gökçe, annesinin kucağında uyuklarken, ağabeyi gölgelikte çizgi defterine kalemle karalamalar yapıyordu. Ahmet Nureddin, çantasından küçük, eski bir cüz çıkardı. Nesibe dikkat kesildi:
  “Baba! Bu senin her zaman iç cebinde taşıdığın küçük Kur’an mı?”
  Ahmet Nureddin başını salladı.
   “Kur'an  ve tefsiri. Gençliğimde Türkmen bir dost  hediye etmişti. Öğretmenlik  yıllarımda da yanımdaydı. Arkamda yanan ocaklar, önümde bilinmez yollar vardı. Ama Kur'an ve tefsiri Nur Risaleleri beni hep toparladı.”
  Nesibe saygıyla baktı ona, gözleri buğulandı. Çocukken babasının seccadeye diz çöktüğü anları ve sabah namazından sonra onları sessizce okurken ağladığını hatırladı.
  “Peki dede,” dedi  torunu, “bu kitapta neler yazıyor?” Ahmet Nureddin dizini gösterdi:
  “Bak, evlat... Bu kitaplar, Rabbimizin bize gönderdiği mektupların açıklamasıdır. Kim ona kulak verirse, yolu bulur. Kimseye yüksek sesle bağırmaz ama kalbine konuşur.”
  Çocuk, biraz durdu. Sonra gözlüğünü düzeltti.
  “Peki o zaman… Bize biraz okusana.”
  Ahmet Nureddin gözlüklerini taktı, küçük bir  kitapçığı açtı. Kendi kendine değil, kalpten kalbe bir fısıltıyla okumaya başladı:
   “Andolsun kuşluk vaktine. Ve sakinleştiği zaman geceye… Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı…”
  Ve,
  "İman  insanı insan eder, belki de sultan eder. "
  Ayet ve vecizeler, mana mana ağacın dallarından sızan güneşle birleştiler. O an, Ilgın Millet Bahçesi’nde sadece dedesini dinleyen bir çocuk değil, üç kuşaklık bir hatıranın kalbine doğmuş bir sembolüydü.
  Hatırlamadan yapamadı Ahmet Nureddin:
  "İnsanının hakiki bir Cenneti aile hayatıdır "

Yazarın Diğer Yazıları


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.