Yine şehit haberlerini işittim.
Haberleri açarken yeni bir kötü haber alacağım korkusu ile televizyonun karşısına geçemiyorum.
Biliyorum ölümün en yüksek mertebesinin şehitlik olduğunu,
Allah indinde en yüksek makamın şehitlik olduğunu da biliyorum.
Kuranı Kerimde elli yedi yerde zikredildiğini de okudum.
Hatta Berzah âleminde cennetin meyvelerinden yararlanacaklarını da Cenabı Allah zikretmiş ve onlara ölü dememizi bile yasaklamış bunu da biliyorum.
Şehitlik mertebesine ermiş birinin haşirde peygamberlerle beraber haşredileceğini de biliyorum.
Kuranda bahsedilen ve şehitliğin en büyük mertebesine ulaştığı bilinen Habib-i Neccar ile arkadaş olacağını da biliyorum.
Acı çekmeden vefat ettiğini ve kabir azabı çekmediğini de.
Sen şehit olduğun anda kâinatın mis gibi koktuğunu da...
Ama işte
Televizyonda seni taşırken babanın vakur durması
Annenin içten içe gözlerinden akan yaşı silmeye çalışması,
Çocuğunun ağlamaları
Eşinin takatinin düşmesi…
Bende bir kulum işte
Dayanamıyorum şehidim.
Sana kıyanları Allaha havale ediyorum.
Bildiğim tüm bedduaları sıralıyorum.
O kadar çok keşkelerim var ki içimde.
Sen oradan bizleri izliyorsun
Bunlar neden üzülüyor ki diyorsun belki de.
Doğru ya sen en yüksek makama çıktın işte şükür.
Ama
Bizler anlayamıyoruz işte şehidim.
Dünya gözü ile ancak bu kadar manevi âlemimizde senin makamını tahmin edebiliyoruz.
Bu gözyaşlarımız, bu satırlarımız bu dualarımız şahittir sana şehidim.
Tüm dünya bilsin ki!
Bu vatan için şehit olanlar,
En büyük makamdadır.
Böyle yetişmiş ve böyle şehadet şerbetine susamış bir milletiz işte…