MEHMET NURI YARDIM

Tarih: 20.12.2023 20:31

ÇIRA YAKANLAR

Facebook Twitter Linked-in


Hep karalar ama sadra şifa tek harekette bulunmaz. Böyleleri asalaktır, üretmez kimseye hayrı dokunmaz, söz ve nefes tüketir, insanları da kendinden bezdirir. 1970’li yıllarda küçük şehrimizde elektrikler sıkça kesilirdi. Gece o zifiri karanlıkta korkardım. Babam ayağa kalkar, bir yandan kibriti bulup yakar, mumun ipini veya gaz lambasının fitilini tutuştururken benimle de konuşurdu. O, karanlığı dağıtandı. Etrafı aydınlatan adamdı ve benim biricik kahraman babamdı.
Kültür sanat ve yayın dünyamızda da çıra yakan, ışık saçan ve toplumu aydınlatan deniz fenerleri vardır. Çıra Basın Yayın’ın yöneticisi Hasan Güler ile birlikte Çıra Edebiyat Dizisinin editörü şair ve yazar Şakir Kurtulmuş da, zihinleri aydınlatan eserleri irfanımıza kazandırıyorlar. Şakir Bey, edebiyat sanat dünyamızın aranılan ve sevilen simasıdır. Toplum hayatındaki arızalarda da öne çıkan ve durumdan vazife çıkarıp yük alan bir idealisttir. 15 Temmuz Destanı yazılırken meydanlardaydı. Asrın Felaketi Maraş Depremi’nde yollardaydı. İnanıyorum ki yarın Gazze için gönüllü seferberlik ilan edilse yine ilk kendisi koşacaktır. Biz şimdilik kitaplarına bakalım:
Çiçekler Hiç Solmasın, Kurtulmuş’un gezi ve mekân yazılarından oluşuyor. Yetiştiği ve etkilendiği şehirleri anlatıyor: Bursa, Eskişehir ve diğerleri. Tabii şehri şereflendiren şahsiyetleri de bize tanıtıyor. Eskişehir’de Atasoy Müftüoğlu gibi. Farklı muhitleri ve kişileri dile getiriyor. 70’nci sayfadan sonra “Edebiyat Yas Tutuyor” başlığını görünce içimize bir hüzün çörekleniyor. Bu senenin 6 Şubatı’nda hepimizin yüreğini yakan ve 11 ilimizi sarsan Kahramanmaraş merkezli depremden bahsediyor. Şehirlerle birlikte yitip giden şair ve yazarların yanı sıra yıkıma uğrayan dergiler de gözümüzün önünden geçiyor. Mesela Yitiksöz dergisi ve Duran Boz’un “Maraş’tan Kara Haber Geldi” başlıklı keder yüklü yazısı. Bir Sonsuz Yolculukta, Kurtulmuş’un 4.baskısı yapılan deneme kitabı. Burada da olaylar, kişiler ve hatıralar var. Osman Sarı, M.Akif İnan, Mustafa Özçelik, Ramazan Dikmen, Hasan Aycın, Nurettin Durman. Sonra dergi mekânları: Yedi İklim, Ay Vakti ve diğerleri… Bir solukta okuduğum yazılar demeti. Hiçbir Mevsime Sığmıyor Kuşlar, edibimizin şiir kitabı. “Depremin Elleri”nde şöyle diyor: “Şairlerin üzerini örtelim şiirle/Üşümesinler/Sabaha az kaldı/Tutamıyorum ellerini depremin/Ölümün üzerine kar yağıyor.”
Eskimez ve yıpranmaz aşinalardan Yaşar Akgül’ün Yeni Yazıyla Söylenmiş Eski Türkçe Şiirler’de usta işi şiirler var. “İstanbul Hatırası” uzun, anlamlı ve güzel. Lakin ona takatimiz yetmez, o vakit şu mısralarla yetinelim: “Baş rolde oynayan, her zamanki ölümdü/Belki de son bölümdü, zaten ayrılacaktım/Ben benim en çok ölme ihtimalimi sevdim/Bir ihtiyaç olduğunda, yine buralardayım/Gökyüzünü bırakalım biz Allah’a bakalım/Kendimizi değilse de imanımızı kurtaralım/Son dakika gelişmesi: Yine Filistin ve Gazze!/Teheccüde kalkacağız, devamı gelecek şiirde.”
Murat Soyak Niğde’de yaşıyor. Yıllar önce buluşup bir nebze sohbet etmiştik. Şimdi o muhabbete Gül Aydınlığı kitabını okuyarak devam ediyorum. Yazar, edebiyat, fikir deryasına dalıyor ve oradan bize inci mercanlar çıkarıyor. Her deneme yazısı bir keşif yolculuğu. Hafızamızı yoklayış bir bakıma. Mehmed Âkif’ten Necip Fazıl’a, Ahmet Haşim’den Nihad Sâmi Banarlı’ya, Sezai Karakoç’tan Sedat Umran’a birçok değerimizin resm-i geçidine tanık oluyoruz. Mısraları ve hikmetleriyle geçip gidiyorlar, Bir şölen, şiir ve fikir bayramı yaşıyoruz okurken. Kitap sadece Gül Aydınlığı değil, gönül ferahlıdır aynı zamanda. Bu eseri okumak, hepimize iyi gelecektir.
Mümin Ali ve Evlad-ı Fatihan’dır. Güneşi İpe Astık kitabıyla bize coşkulu bir Rumeli selamı veriyor. Şiirleriyle içimizde Balkan rüzgârı estiriyor. “Kediler Kraldır” şiiri, Kediname’nin yazarı olarak beni alakadar etti ama ben “Birazdan” şiirinden nasiplenelim derim: “Birazdan, her şey birazdan olur/Her şey birazdan/Mesela, birazdan trafikte kırmızı lamba yanar/Her şey birazdan/Sıra sana birazdan gelir/Bir doğum olur birazdan, ölüm de birazdan/Her şey birazdan olur/Ve her şey bir ağızdan.”
Genç şairlerimiz yetişiyor. Halime Erva Kılıç da Mitra kitabıyla ümit vadediyor. Kitabın arka kapağını süsleyen şu mısralarıyla baş başa kalalım: “Şu göklerde oynaşan balıklar/Kasırgalı günlerden sökerken balkonumuzu/Biz en son o zaman bakmıştık babamla/Aynı balkondan aynı gökyüzüne/Siyah ve çatık kaşlı bulutlardı/Uçurmasın diye beni rüzgâr/Uçtu babam” İlhan Kurt’un Mesela’sından, Yasemin Kapusuz’un Tek Kanatlı Senfonisi’nden, Mevlüt Ceylan’ın Güller ve Çığlıklar’ından bahsedecektim biraz da ama siz zaten hepsini okuyacaksınız. Ey Çıra’yı yakanlar! Ömrünüz bereketli, yolunuz aydınlık, ışığınız bol, bahtınız açık, hizmetiniz daim olsun!
ÇIRA BASIN YAYIN:
Çıra Yayın Gurubu, Defderdar Mahallesi, Yeni Kuşat Sokağı, No: 6/b Eyüpsultan /İstanbul
www.cirayayinlari.com.tr e-posta:  cirayayinlari@gmail.com 
(Milat Gazetesi, 20 Aralık 2023)

İYİ Kİ DOĞDUN ÂKİF - Sabri Gültekin 
Bundan tam 150 yıl önce dünyaya gelerek, anasını, babasını dahası milletini sevindiren ismiyle müsemma bir şahsiyetten bahsedeceğiz. Dizelerin Mimar Sinan’ı, Ümmet-i Muhammed’in sevdalısı Âkif’i asırlar geçse de unutmayacağız, unutturmayacağız. Hep hâyırla yâd edeceğiz.
*
Âkif’in babası, İpekli Mehmed Tâhir Efendi 1826 yılında Şuşiasa’da doğmuş. Şuşisa, Osmanlı Devleti’nin Arnavutluk bölgesinde İpek kazasına bağlı bir köymüş. Tahsil için küçük yaşta İstanbul’a gelen Tâhir Efendi, dönemin ünlü din adamlarından Yozgatlı Mahmut Efendi’nin derslerine katılmış. Tahsilini tamamladıktan sonra uzun yıllar Fatih Medresesi’nde başmüderrislik ve mücîzlik (icazet veren) yapmış. Temizliğe düşkünlüğünden dolayı çevresi kendisine “Temiz Tâhir” dermiş.
Tâhir Efendi, eşi Emine Şerife hanımla evlendiğinde 45 yaşlarındaymış. (Âkif’in annesi daha önce evlenmiş, ilk kocası ile ondan olan 3 çocuğu vefat etmiş.) Bu âbid anne ve babadan ilk olarak Âkif, daha sonra Nuriye dünyaya gelmiş.
İpekli Temiz Tâhir Efendi, Miladî 1873, Hicrî 1290 yılında dünyaya gelen çocuğuna ebcet hesabına göre 1290 eden kelime olan Ragîf (Rı:200+gayın:1000+ye:10+ fe:80=1290)’ı isim olarak koymuş. Fakat çevresindekiler yanlış telaffuz zannederek Ragîf’i, Âkif diye çağırmaya başlamış. Bayramiç’te çıkarılan nüfus kâğıdına da Âkif olarak kaydedilmiş. Bu suretle adı “Mehmed”, mahlâsı da “Âkif” kalmış. Fakat kendi beyanatına göre babası kendisine hep “Ragîf” şeklinde hitap etmiş. Âkif, bir manasıyla mûtekîf demektir; yani itikâfa çekilen. Başladığı işte sebat, ısrar ve devamlılık ilkesinden asla ödün vermeyen Âkif, ismiyle müsemma bir hayat yaşamış.
***
TÂHİR EFENDİ HEM BABASI HEM DE HOCASIYDI
O, doğduğunda Osmanlı “Hasta Adam” ilân edilmiş; çözülme, umutsuzluk veba gibi her tarafa yayımlaya başlamıştı.
Çanakkale’nin Bayramiç’inde 20 Aralık 1873 tarihinde gözlerine hayata açan Âkif’in çocukluğu 1792 yılında Hadimzâde Osman Bey tarafından inşâ edilen, aynı zamanda Karşıyaka Camii veya Cami-i Cedit olarak da bilinen Taşköprü Camii’nin etrafında geçmiş.
Âkif’in babası Temiz Tâhir Efendi’nin himâyesinde ilk Kur’an tilavetini ve mukabelesini adını yanındaki köprüden alan bu camide yapmış. Âkif her fırsatta babası için “Hem babam, hem hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim” dermiş.
İpeklizâde Tâhir Efendi, yaklaşık dört yıla yakın Köprübaşı Camii’nde imam hatiplik yapmış, daha sonra görev aldığı İstanbul Fatih Medreseleri’nde baş müderrisliğe kadar yükselmiş. Tâhir Efendi, medreselerin tatile ayrıldığı aylarda eski görev yeri olan Bayramiç’e gelip buradaki Köprübaşı Camii’nde halkı irşâd etmeye devam etmiş. Babasıyla birlikte 11 yaşına kadar Bayramiç’e gelen Âkif, ilk mukabeleyi Kur’an’dan sahifeler ezberleyerek Köprübaşı Camii’nde okumuş ve bu suretle de hafızlığa burada başlamış.
HAYATI HEP CAMİ MERKEZLİ OLDU
Cami; hayatın merkezi. Bütün sınırları ortadan kaldıran yönelişte babayla çocuğun, inançla coşkunun buluştuğu iklimde boy atan Âkif, babasının kendilerini Fatih Camii’ne götürüşünü (Safahat / Fâtih Camii) şiirinde şöyle anlatır:
“Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: ‘Bu gece, / Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence. / Giderseniz gelin amma namazda uslu durun; / Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!” / Deyip alırdı berâber benimle kardeşimi. / Namaza durdu mu, hâliyle koyverir peşimi, / Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde, / Ne âşıkâne koşardım hasırlar üstünde!..”
(O Âkif ki, 8 Ekim 1912’de Balkan Harbi başladığında Bayezid, Fatih ve Süleymaniye camilerinin kürsülerine çıkacak, vaazlarıyla bir milleti yeniden uyandıracaktı. Âkif’in hayatı hep cami merkezli olmuş. Fatih Camii de öyle, Bayezid Camii de öyle, Süleymaniye Camii de öyle, Kastamonu Nasrullah Camii de öyle, Balıkesir Zağnos Paşa Camii de öyle…)
BÜYÜK SANCILARA ŞAHİTLİK ETTİ
Âkif, 1878’de Fatih Emir Buharî Mahalle Mektebi’ne başlar. 1879’da Fatih İbtidâîsi’ne (ilkokul)geçer ve babasından Arapça öğrenir. 1882 yılında Fatih Merkez Rüştiyesi’ne, 1886’da ise Mülkiye İdâdîsi’ne girer ve Mülkiye Mektebi’ni 1888’de bitirir.
İstanbul’un kalbi olan Fatih’te büyük sancılara şahit olan Âkif, ilmin, merhametin, direnişin ve mücadelenin içinde varlık mücadelesi vermeye başlar. Bu çetin mücadele sürerken babası İpeklizâde Tâhir Efendi’yi (1888) kaybeden Âkif, daha bu sarsıntıyı atlatamadan bu seferde evleri yanar.
Âkif için mülkiye eğitimine devam etmek imkânsız hale gelir. Artık erdemli bir yoksulluk dönemi başlamış; fedâkarlık, dayanışma ve onurunu kaybetmeden hayata tutunma mücadelesi kaçınılmaz olmuştur.
Mezun olduğunda iş imkânı sunan Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi’ne 1889’da yatılı olarak başlar, 22 Aralık 1893’te okulu birincilikle bitirir. Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında, görev yeri İstanbul olmasına rağmen kalbindeki millet sevdasıyla Anadolu’dan Rumeli’ye Mısır’dan Arabistan’a kadar ülkesinin topraklarını adım adım dolaşıp memleketini, insanlarını ve sıkıntılarını daha yakından tanır.
1 Eylül 1898’de 25 yaşında iken Tophane-i Amire veznedarı Mehmed Emin Bey’in kızı İsmet hanım ile evlenir. Bu evlilikten Cemile (Doğrul), Feride (Akçor), Suad (Argon) isimli 3 kız, Ahmed Naim, Mehmed Emin ve Tâhir isimli 3 erkek çocukları dünyaya gelir.
31 Mayıs 1918’de çıkan büyük Cibâli-Fatih yangınında, 7 bin 500 evle birlikte, Sarıgüzel’deki evleri ikinci defa yanar. Bunun üzerine 1918-19 kışını da Heybeliada’da geçirdikten sonra, yazın Beylerbeyi’ne taşınırlar.
10 Nisan 1920’de Millî Mücadele’ye katılmak için Beylerbeyi’den yola çıkar.
EŞİNE ENDER RASTLANAN ÖRNEK BİR ŞAHSİYETTİ
Âkif, imâmesi kopmuş tesbih taneleri gibi dağılan Osmanlı Devleti’nin ardından umudun simge isimlerinden olur. İstanbul’un işgalinden (13 Kasım 1918) sonra aldığı davet üzerine Millî Mücadele’ye katılmak amacıyla Ankara’ya geldiğinde kendisine büyük hayranlık duyan Taceddin-i Veli Camii imamı Tevfik hoca, Âkif’e çalışmalarını sürdürebilmesi için Taceddin Dergâhı’nı tahsis eder.
Eşine az rastlanan önder ve örnek bir şahsiyet olan Âkif, ülkesini işgal etmek isteyenlere karşı aklıyla, kalbiyle, diliyle ve her şeyden öte kalemiyle büyük bir mücadele başlatır. Mütefekkir, iman ve aksiyon adamı Âkif, Kurtuluş Savaşı’nda millî kuvvetlerin yanında yer almakla kalmayıp, yazı, şiir, konuşma, vaaz ve hutbeleriyle halkı cephelere seferber ederek, Millî Mücadele’nin kahramanlarından biri olur.
TACEDDİN DERGÂHI DİLE GELSE DE KONUŞSA...
5 Haziran 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi ile Burdur Mebusu seçilir. Bu dönemde Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya, Konya, Kastamonu gibi şehirlerde halka ve diğer bazı mebuslarla beraber cephelerde askerlere hitaben Millî Mücadele’yi teşvik eden konuşma ve vaazlarını sürdürür. Meclis kararıyla gittiği Kastamonu’daki Nasrullah Camii’nde Sevr’i anlatan ve Millî Mücadele’yi destekleyen meşhur vaazını verir. Bu vaaz büyük yankı uyandırır.
Ayrıca Ankara’da ev buluncaya kadar Kastamonu’da oturmak üzere ev tutar, Eşref Edib’in öncülüğünde Sebîlürreşâd da Kastamonu’da yayına başlar. Akif’in Nasrullah Kürsüsü’nde verdiği vaaz bu nüshada yayınlanır. Bu sayı büyük ilgi gördüğünden bir kaç defa basılır.
Âkif, 1920’nin Aralık sonunda Ankara’ya döner. Mustafa Kemal Paşa, Sebîlürreşâd kadar hiçbir gazetenin neşredilemediğini ve manevî cephemizin kuvvetlenmesinde Sebîlürreşâd’ın büyük hizmeti olduğunu bildirerek teşekkürlerini sunar.
Burdur Mebusu olduğu yıllarda günlerini Taceddin Dergâhı’nda geçiren Âkif, dostlarıyla Millî Mücadele şuurunu burada zirveye taşır. Bir gece yatağından fırlar kağıt kalem bulamayınca İstiklâl Marşı’mızın ilk mısralarını bu mütevazı mekânın duvarlarına kazır. Milletin derdini, acısını, sevincini ve coşkusunu hem teninde, hem ruhunda yaşayarak dizelere aktarır. Çünkü O, dizelerin Mimar Sinan’ı, Ümmet-i Muhammed’in sevdalısıdır. (Haftaya devam edelim inşallah)

(Milat Gazetesi, 20 Aralık 2023)


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —