Her şey zıddıyla bilinir: Aydınlık karanlıkla, sıcak soğukla, doğruluk yalancılıkla... Bu temel karşıtlık, insanlık tarihinin her döneminde kendini göstermiştir. Doğru olan ve yalanı bilmeyen kişi, yalan söylemek istese bile bu eylemi gerçekleştiremez. Doğru kişi, yalan söylemeye zorlanırsa bile, bu durum genellikle bir belirtiyle kendini gösterir.
Yalanla yoğrulmuş ve yalanla pişmiş olan bir kişi, yalancılığın tabiatına bürünmüştür. Yalancının yalanı, adeta doğuştan gelen bir huy halini alır. Bu nedenle, yalancı kişi doğru söylemeye çalışsa bile bu konuda başarısız olur ve bir belirti verir.
Yalancılar, adaletin olmadığı devletlerde güç kazanırlar. Adaletin bulunmadığı toplumlarda, suç örgütleri gelişir ve bu durum, toplumda güven ve düzenin bozulmasına neden olur. Yalancılık, bir insanlık suçu olarak kabul edilir ve bu suçu işleyenler genellikle toplumsal zarara yol açar.
Ancak unutulmaması gereken bir gerçek vardır: Altından daha kıymetli olan doğruluğun değerini hiçbir zaman kaybetmediğidir. Doğru olan bireyler, yalancılara kolayca aldanabilir ve bu durumdan zarar görebilirler. Ekseriyeti doğru olan toplumlarda yalanın başını kaldırması zor olurken, çoğunluğu yalancı olan toplumlarda doğrular mağdur olabilirler.
Sonuç olarak, yalanla kurulan saltanatın bekâsı yoktur. "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar" atasözü, yalancılığın geçici doğasını ve er geç ifşa olacağını ifade eder.