Selamun Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühuu sevgili dostlar.
Hepimizin ilgisini çeken Kerâmet, terim olarak: “Mümin ve takva sahibi kimselerde ortaya çıkan ve Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ikrâmı olarak tabiat kânunlarıyla îzah edilemeyen, hârikulâde hâdiseledir.” (1)
Ömürlerini Allah yolunda hizmetle, ilimle, zikirle, ibadetle geçiren ve sayısız kerametlere sahip olan Allah dostlarının konumuz ile ilgili söylediklerine kulak verelim.
Anadolu’nun manevi fatihi, Asrın Şeyhi kabul edilen Ebul Hasan Harakani hz, çocukken anne-babası, erzağını verip onu hayvanları gütmek üzere meraya gönderirlerdi. O da, halini belli etmeden oruç tutar, erzağını da sadaka olarak fakirlere verirdi. Akşamları gelip iftarını açar, ancak kimsenin bu durumdan haberi olmazdı.
Biraz daha büyüyünce kendisine, saban ve tohum işini verdiler. Bir gün tohumu saçmış saban sürüyordu. O esnada ezan okundu. Hemen sabanı bırakıp namaza durdu. Selam verdiğinde, öküzlerin kendi kendilerine çift sürmeye devam ettiğini gördü. Hemen başını secdeye koyarak şöyle niyaz etti:
“Allah’ım duyduğuma göre Sen her kimi dost edinirsen onu insanlardan gizlermişsin, beni de insanlardan gizle.”
Allah dostları fiziki kerametlere ehemmiyet vermemiş, hatta gurur ve şöhrete sebep olan bu tip kerametleri ifşa etmekten titizlikle sakınmışlardır. Bütün gayretlerini de gerçek keramet olan; Kuran ve Sünnet istikametinde yaşayabilme üzerine yoğunlaştırmışlardır.
Bayezid-i Bistami Hazretlerinin şöyle dediği nakledilir: “Bir gün Dicle Nehri’nin karşı yakasına geçecektim. Nehrin iki yakası bana yol vermek için kerameten birleşti. Derhal kendimi toparladım ve Dicle’ye şöyle dedim:
“Yemin olsun ki ben buna kanmam! Zira sandalcılar, insanı yarım akçeye karşıya geçiriyorlar. (sen ise, otuz yıldan beri mahşer için hazırladığım ameli Salihlerimi istiyorsun) o halde yarım akçe için otuz yıllık ömrümü (kendimde bir varlık ve benlik hissetmeme sebep olacak bir keramet uğruna) ziyan edemem. Bana Kerim gerek keramet değil! (5)
Cüneydi Bağdadi kuddise sirruh buyuruyor ki:
“Bir kişiyi havada uçarken görseniz, hali Kitap ve Sünnete uymuyorsa, bu bir (keramet değil) istidraçtır.”
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri buyuruyor ki:
“İstikâmet ve gayret, sayısız keşif ve kerâmetten efdaldir. Ayrıca bilinmelidir ki keşif ve kerâmet, dînin emirlerine riâyeti artırmaya vesîle olmuyorsa, belâ ve fitneden başka bir şey değildir.”
Ebul Hasan Harakani hz buyurmuştur ki: “En büyük keramet; yorgunluk ve bezginlik hissetmeden Allah’ın mahlukatına hizmet etmektir.”
Kalp gözüm açık, keşfim açıldı, ilhamlar alıyorum diyerek gayba dair haberler veren, Hak yoldan sapan ve saptıran insanlara rastladığımız şu zamanda, Gavs’ul A’zam, Sultan-ul Evliya Abdulkadir-i Geylani Hazretleri’nden nakledilen şu hadise, bu hususu ne güzel izah etmektedir:
“Bir gün gözümün önünde bir nur peyda olmuş ve bütün ufku kaplamıştı. Bu nedir? diye bakarken, nurdan bir ses geldi:
-“Ey Abdulkadir, ben senin Rabbinim! Bu güne kadar yaptığın salih amellerden öyle memnunum ki, artık sana haramları helal eyledim.” dedi.
Ancak hitap biter bitmez, ben bu sesin sahibinin şeytan aleyhillane olduğunu anladım ve:
-“Çekil git ey melun! Gösterdiğin nur, benim için ebedi bir zulmettir/karanlıktır.” dedim.
Şeytan:
-“Rabbinin sana ihsan ettiği hikmet ve firasetle yine elimden kurtuldun! Halbuki ben, yüzlerce kimseyi bu usul ile yoldan çıkarmıştım.” diyerek uzaklaştı.
Ellerimi yüce dergâha açtım; bunun, Rabbimin bir lütfu olduğu şuur ve idraki içinde, Cenabı Hakka şükürler eyledim.”
Cemaatten biri:
-“Onun şeytan olduğunu nerden anladınız?” diye sorunca da;
-“Sana, haramları helal kıldım.” demesinden! cevabını verdi.
Eğer bir kul, güzel ahlakı, salih amelleri ve manevi derecesi sebebiyle helal haram hudutlarından muaf tutulacak olsaydı, öncelikle insanlığın Allah’a kulluktaki zirvesi olan Peygamber Efendimiz (s.a.v) böyle bir muafiyete sahip olurdu. O’na bile böyle bir imtiyaz tanınmadığına göre, hiç kimseye de tanınacak değildir.
Hz Ömer’in (r.a) verdiği şu ölçüleri hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak gerekir:
“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız;
Konuştuğunda doğru söylüyor mu?
Kendisine bir şey emanet edildiğinde, emanete riayet ediyor mu?
Dünya ile meşgul olurken helal-haram hassasiyetini gözetiyor mu? İşte bunlara bakınız.”(4)
Keşif ve kerametlere ermek, manevi ilerlemenin ölçüsü değildir. Nitekim pek çok rivayette (3) peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı olduğu bildirilen Hazreti Ebubekir (r.a)’ın da, fiziki ve zahiri kerametine dair, çok fazla bir malumat yoktur. Onun en büyük kerameti; Allah Rasulüne (s.a.v) olan eşsiz muhabbeti ve sadakatiyle müstesna teslimiyet ve itaatidir. (4)
Dolayısıyla kerâmet iddialarına değil kişinin istikametine itibar edilmelidir. İslâm âlimleri ve mutasavvıflara göre; EN ÜSTÜN KERÂMET, İSTİKAMETTİR.
Peki nedir İstikamet?
Ayeti Kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “… Muhakkak ki Allah katında en keremliniz (en değerli olanlarınız), en çok takvalı olanlarınızdır (O’na karşı gelmekten en çok sakınanlarınızdır)...” (El-Hucurat, 13)
“Allah’a ve Peygamber’e itaat edin ki size merhamet edilsin.” (Al-i İmran, 132)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Veda Hutbesinde şöyle buyurmuştur: “… Ey Müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emanetler; Allah’ın Kitabı Kuran ve O’nun Peygamberinin Sünnetidir.”
Sahabeden biri Hz Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizden kendisine, başka bir öğüde ihtiyacı kalmayacak değerde bir öğütte bulunmasını istemesi üzerine Resulü Ekrem (s.a.v) ona, “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol!” demiştir. (2)
Rabbimiz bizlere istikamet üzere, hayr ve hasenatla dolu bir ömür lütfetsin. Aminnn. Selametle..
Emine Aydemir
(Ey Rasülüm), de ki: “Allah’dan başka, göklerdeki ve yerdeki hiç kimse, gaybı bilemez. Ve ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Neml Suresi, 65. Ayet)
(İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “vly” 12/510; Cürcanî, Ta’rifât, “vly” 184)
Müsned, III, 413;IV, 385; Müslim, “iman”, 62
Bkz. Ali el-Müttaki, Kenzü’l- Ummal, XI, 549/32578; İbn-i Mace, Mukaddime, 11/106; Ahmed, I, 127, II, 26.
Müslümanın Kendiyle İmtihanında Tasavvuf/ Osman Nuri Topbaş
Bkz. Attar, Tezkiretül Evliya, s. 217, İlim ve Kültür yayınları
Altın Silsile, Osman Nuri Topbaş