Daha küçük yaşlardayken okumak üzere Bağdat’ a doğru yola koyulur. İbn-i Hacer aradan seneler geçmesine rağmen ilim yolunda bir türlü ilerleyemez ve arkadaşlarının gerisinde kalır. Bağdat’ ta almaya başladığı; eğitim, derslerin zorluğu, onu büyük bir pişmanlığa sevk etmiştir ve çok geçmeden geri memleketine dönmek üzere yollara düşer. Dönüş yolu da en az dersleri kadar zorludur ve yorgun düşer, dinlenmek için bir mağaraya girip istirahat eder. Az bir vakit sonra “şıp, şıp, şıp” diye seslerle bölünür uykusu. Sesin nereden geldiğini merak eden İbn-i Hacer sesin kaynağına doğru ilerler; bu esnada hayatının dersini alacağından habersizce etrafa bakınmaya başlar. Taşın üzerine yumuşak edalarla damlayan, taşın oyuğundan geçip de altında biriken suyla buluşan bu şıpırtılar, İbn-i Hacer’ i uykusundan uyandırmakla kalmayıp, büyük de bir tefekkür iklimine sevk etmiştir. Eğitim hayatındaki yaşadığı pişmanlıklardan sonra gördüğü bu manzara karşısında derin düşüncelere dalan İbn-i Hacer:
“Şu su damlacıkları ne kadar yumuşak ise taş da o kadar sert. Su damlaya damlaya taşı oyuyor. Benim kafam şu taştan daha sert değil ya; sabırla, azimle çalışırsam derslerimi başarabilirim!” düşünerek hayatının nasihatini alır. “
İbn-i Hacer” artık “Taşın oğlu” diye anılacaktır. Taştan büyük bir hayat dersi alan Askalanlı İbn-i Hacer, ilim yolunda öylesine büyük bir azim ve sabır göstermiştir ki neticesinde Âlim bir zat olmuş; günümüzde bile halen İlim adamlarının faydalandığı cilt cilt eserler yazmıştır. Bu hikâyeden anlaşılacağı üzere; gayret insanı olmak, önemli bir husus! Gerek eğitim gerek aile gerekse iş hayatında ve hayatın birçok safhasında gayrete ihtiyacımız var. Ama gayret etmek demek öyle körü körüne ve alelade bir argüman demek değildir. Her alanın gerekliliklerine göre; hassasiyeti, liyakati, özveriyi ve çalışkanlığı içinde barındırmalıdır gayret. Yoksa, yalnızca kazanma ve başarma hırsıyla gerçekleşen bir gayret; kişinin, çevresindeki insanlarla olan iletişim ve ilişkisini de olumsuz yönde etkileyeceği gibi, gayretinin altında ezilen insanı da perişan etmekten öteye geçmeyecektir.
İnsanız neticede… Pes ettiğimiz de olacak, yeri gelecek yorulacağız da hatta rehavet gösterdiğimiz anlar da olacak elbet. Fakat gayret ehli insan, yorulduğunda güç kuvvet diler Allah’tan. Vazgeçeceği an; sebat ister. Rehavete kapıldığında ise, şükür ederek; içinde bulunduğu nimeti hatırlatır kendine.
Gayret edenin, zarafeti de gayreti nispetinde artar. Dili, eli ve kalbi yumuşaktır. Ne kimse ondan incinir ne de o kimseden… İşte, gayreti hakiki gayret olan; adeta, rahmet saçar etrafına. Teşrif ettiği her meclis, onunla huzur bulur; konuştuğu her kelam, kehribardır. Dokunduğu başlar ya öksüzdür ya da yetim. Çalınmayan kapıları, çalandır O. Sorulmayan hatırları, sorandır rahmet insanı. Her şerden, hayır umar; her şeyi, ibret nazarı ile okur.
“Bir kış vardır; o kışı aşan, görülmedik bir baharın altın rengi çiçeklerini, güneş parlaklığındaki çiçeklerini toplayacaktır.”[1]
Nasıl ki akarsu, yeşilliğin emaresi ise; gözyaşı da rahmetin emaresi… Nasıl ki Güneş, her akşam tüm kızıllığıyla gecenin karanlığına çekilirse; insan da her gecenin seherinde, derdini önüne koyarak, tüm endişelerden uzağa çekmelidir kendini. Dua ile doldurmalıdır, heybesini. Kul, gayretiyle ister; Yaradan, lütfuyla verir. O ki lütfuyla verdiğini, bereketiyle de çoğaltır. İnsanın gayreti, merhamete dönüşür adeta. Kurak topraklara, tohum saçılır bir bir. Üşüyen dallar, Güneş yüzü görür bu vesileyle. Şifa bekleyenlere, bir nefes sıhhat olunur her dem. Allah rızası gözeten; menfaat gözetmez. Rahmet insanı; ayrıştırmaz, kutuplaştırmaz, dışlamaz! Tembellikten ve gafletten; enaniyet ve kibirden Allah’ a sığınır. Çalışmaktan ne gocunur ne de övünür yaptıklarıyla. Çıkarlarına hizmet etmez, hiçbir vakit; kulların yararı için koşturur durur, bir ömür.
İslam’ı öyle diri ve canlı yaşar ki
Onu öldürmeye gelen Onda dirilir.
Şunu unutmayalım ki Dostlar; Bir Müslüman olduğu yerde durmaz, pasiflik ve bencillik bir Mümin’ in şiarı olamaz. Öyle bir yürümeliyiz ki, arkamızdan gelen kitleler bizi ayak izlerimizden, latif sözlerimizden ve bıraktığımız eserlerden tanımalı, hatırlamalı, hayır ve rahmetle yad etmelidirler.
Vesselam.
[1] Sezai Karakoç