Hepsi bir anda yok edilmiş. Daha dün selam verdiğiniz komşunuz, bugün bir enkazın altında cansız yatıyor. Bütün bunların ortasında, gözyaşları içinde bir çocuk:
"Ben ne yaptım?" diye soruyor.
Peki, bu soruya kim cevap verebilir?
Bugün Gazze’de yaşananlar tam da bu sorunun cevapsız bırakıldığı bir insanlık trajedisi. İsrail’in, özellikle Ramazan ayında Gazze’yi hedef alması, sadece stratejik ya da politik bir hamle değil, aynı zamanda derin bir psikolojik savaşın tezahürü.
Neden mi?
Çünkü Ramazan, Müslümanlar için sadece bir ibadet ayı değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmanın, paylaşmanın ve direncin zirveye çıktığı bir zaman dilimi.
İşte tam da bu yüzden, İsrail’in saldırıları, sadece fiziksel bir yıkımı değil, bir toplumun ruhunu da parçalamayı amaçlıyor.
İsrail’in Gazze’ye uyguladığı sistematik saldırılar, bir halkı sadece fiziksel olarak yok etme çabasından çok daha fazlasını içeriyor: Onları yıldırma, sindirme ve umutsuzluğa sürükleme.
Ramazan ayında saldırıların yoğunlaşmasının arkasında psikolojik bir hesap var:
Aç ve susuz kalan insanların, bombaların gölgesinde dayanacak gücünün daha az olacağı düşüncesi.
Ancak tarih bize şunu gösteriyor: Zulüm arttıkça, mazlumların direnci de büyür.
Peki, İsrail bunu bilmiyor mu? Elbette biliyor. O halde neden bu saldırılar durmuyor?
Jean-Paul Sartre, "Cehennem başkalarıdır" derken, insanların birbirlerine yaşattığı acıları kastetmişti. Eğer bir toplum, başka bir toplumun varlığını kendisi için bir cehennem olarak görüyorsa, onun yok edilmesini meşru gösterecek gerekçeler üretmekten çekinmez.
İsrail’in, Gazze’deki insanları terörist olarak yaftalaması, bombalamaları bir “savunma refleksi” gibi göstermesi de tam olarak bu psikolojik mekanizmaya dayanıyor. Bir halkı insanlıktan çıkardığınızda, ona karşı işlenen suçlar da suç olmaktan çıkar.
Ancak bu noktada sormamız gereken asıl soru şu: Dünyanın gözü önünde işlenen bu suçları kim meşrulaştırıyor?
Bugün bir insanın sokakta bir çocuğa tokat attığını görsek tepki veririz. Ama aynı çocuk, Gazze’de bir bombanın altında can verdiğinde, uluslararası politikalar devreye girer, diplomatik açıklamalar yapılır ve konu bir süre sonra unutulur.
Peki, adalet dediğimiz şey, coğrafyaya göre değişen bir kavram mı?
Çözüm Nerede?
Filozof Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramı, burada devreye giriyor. Zulmün normalleşmesi, artık insanların bu tür saldırılara alışmasıyla başlar. Bugün Gazze’de her gün onlarca insan ölürken, dünya sadece istatistiklere bakıyorsa, bu sıradanlaşmanın en büyük göstergesidir.
Ama bu gidişatı değiştirmek mümkün. Zulmü normalleştirmemek, her bir insanın ölümünü, bir rakam değil bir yaşam hikâyesi olarak görmek zorundayız. Vicdanını kaybetmemiş herkesin sorması gereken soru şu:
Eğer bugün susarsam, yarın bana ya da sevdiklerime aynısı yapıldığında kim konuşacak?
Bu yüzden, Gazze sadece Gazze’nin meselesi değil, insanlığın meselesidir.
Eğer bugün zulme karşı durmazsak, belki de yarın, bizim çocuklarımız "Ben ne yaptım?" diye soran o çocuk olacak.