Misafir Kalemler

Tarih: 14.08.2024 20:02

HAYATIN KENDİSİ MUHASEBE DEĞİL Mİ?

Facebook Twitter Linked-in

Filiz Yıldız Şimşek 

 Her İnsanın Hayatının Muhasebesi vardır Elbet. 
                 İnsan olmanın bir gereği olan mal veya hizmetlere olan ihtiyaç, insanların birbirleriyle olan iletişimi ile daha da artmıştır. İnsanlar önceleri mübadele ile ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Trampa yeni değiş tokuşta mal veya hizmetlerin tam olarak birbirinin yerine değer olarak eşit olmadığını anlayan insanlar,  paranın bulunmasıyla tek bir değer ölçüsünü benimsemişlerdir.
               Paranın toplum hayatına girmesiyle insanlar kazançlarını,  gelir ve giderlerini kar veya zarar durumlarını öğrenme ihtiyacı hissetmişlerdir.  İşte burada devreye Muhasebe girmiş, para ve diğer varlıklarının hesabını ayrıntılı bir biçimde hesaplayabilmişlerdir.  Daha sonra muhasebe bireysel olmaktan çıkmış, önceleri küçük esnaf ve sanatkarların sonra da büyük şirketlerin varlık ve kaynak dengeleri ile gelir,  gider,  maliyet,  karlılık,  zararlılık durumlarını analiz etmelerine yardımcı olmuştur. 
                       Aslında hayatın kendisi muhasebe değil mi? 
                       Her insanının hayatının bir muhasebesi vardır. Fakat biz mali müşavirler olarak mesleğimizin sorumluluğu hayatımızın hep bir adım önündedir. Neden mi? Çünkü bizim meslekte işler günlüktür. Bazen canınız iş yapmak istemez. “aman kalsın yarın yaparım” diyebileceğimiz hiçbir işimiz yoktur,  O iş o gün yapılacaksa yapılacaktır. Asla yarınları olmaz bizim işlerin.  İşte bu yüzden mesleğimiz hayatımızın hep bir adım önündedir. Her kuruma her birime kılcal damarlarla bağlı bir iş yoğunluğumuz var. Dünyada başka hiçbir meslekte bu kadar zamanla yarışan ve işin bitiş saati belli olmayan,  bir o kadar da her geçen gün iş yükü artan başka bir meslek yok sanırım.  

               Bazen hayatımızın envanterini çıkaralım deriz ve  sayarız, tartarız, ölçeriz, biçeriz…. 
Biz hep yaşayamadığımız hayatımızdan alacaklıyız inanın.  
               İş yükünden dolayı  ofislerimizde  işlerimiz bitmez oldu,  evimizin yolunu unuttuk!   “zamandan alacaklıyız….. “
              İş stresinden her gün değişen kanunlardan,  iş takibinden gülmeyi unuttuk!  “gülücüklerden alacaklıyız…..”
              Bizim hayatımızın kasası hep  açık bakiye veriyor!  “hayatımızdan alacaklıyız. .……”
             Bunca iş hacmine göre mükelleften emeğimizin karşılığını alamıyoruz!  mükelleften alacaklıyız…..

               Durum böyle olunca biz mali müşavirlerin aktif  ve pasifi tutturamadığı tek bilanço sanırım kendi hayatımızın bilançosudur. 
             Aslında yıllarca büyük emek verdiğimiz bu meslekte asıl sorun emeğimizin maddi ve manevi karşılığını alamayışımızda.  İş sorumluğu bizlerde,  İşin ciddiyetini ve ne kadar önemli olduğunu bildiğimiz için zamanla yarışıyoruz. İşlerin bitmesi için geceler boyu çalışıyoruz. Biz işi yaptıktan sonra para mükellefin elinde olduğu için canı isterse veriyor. Tabi hepsi böyle değil. Sorumluluğunu çok iyi bilen emeğe saygı duyan,  sizi takdir eden bilinçli mükelleflerin oranı ancak yüzde 20 diyebilirim.  Aslında bu oran yüzde 90 olsa eminim o geri kalan yüzde 10’u sizde bir şekilde idare edip görmezden gelebilirsiniz.  Durum böyle olunca bizim kasamız manevi olarak açık verdiği gibi maddi olarak da açık veriyor. Çünkü alamadığımız ücretleri almak zorunda olduğumuz için alınmış gibi kabul ediliyor ve vergi ödüyoruz.  Bu da adil bir durum olabilir mi?  Almadığın bedelin vergisini ödemek… Bunun için buna aslında farklı bir düzenleme getirilebilir diye düşünüyorum.
       Bizler bu işleri zamanında yapmazsak mükellef büyük cezalarla karşılaşacak,  fakat bizim alamadığımız emeğimizin karşılığına uygulanacak hiçbir ceza yok. Tabi mahkemeye verebilirsiniz, emeğinizin karşılığını bu yolla tahsil edebilirseniz    edersiniz ,  ama buda uzun bir yol ve tahsil edemediğiniz   %  80 olunca bu defa da işi gücü bırakıp mahkemelerle uğraşacaksınız. Buna da bunca işinizin arasında tabi zaman bulabilirseniz   almadan vergisini dahi ödemiş olduğunuz emeğinizin karşılığını mahkemelerde arayın durun…. Alacaklarımız çok sınırlı,  fakat iş yükümüz o kadar sınırsız ki. 
             Aslında şu fıkra bizlerin sorumluluğunun ne kadar sınırsız olduğunu çok iyi anlatmakta; 
             Büyük bir şirketin üst düzey yöneticilerinden biri bir gün New York üzerinde balonla dolaşmaya çıkar.
             Aksilik bu ya, pusulasını aşağıya düşürür ve kaybolur. İnmek için uygun bir yer ararken bir gökdelenin tepesinde sigara içen bir adam görür ve alçalır. 
"Pardon. Ben neredeyim acaba?" diye sorar. 
"Yerden 500 feet yükseklikte bir balonun içindesin" der adam.
Yönetici sinirlenir: "Sen muhasebecisin değil mi?" diye sorar.
"Evet." der adam. "Nereden bildin?" 
“Verdiğin cevap  % 100  doğru. Fakat hiçbir işe yaramıyor.”
"Sen de yöneticisin değil mi?"
"Evet. Sen nereden bildin?"
"çünkü yerden 500 feet yükseklikte bir balonun içinde kaybolmuşsun.  Pusulan yok, berbat durumdasın.  Fakat bu şimdi benim suçum oldu."
         Dediğim gibi her insanın hayatının bir muhasebesi vardır elbet.  Bazen yaşadıklarımızın muhasebesini yaparız;  Yaşadığımız mutlulukların ve hüzünlerin, varlıkların ve yoklukların, acıların ve tatlıların, gülücüklerin ve gözyaşlarının…
          Kimimiz geçmişe bakarız; ‘ben hayatı hiç yaşamamışım deriz.’  Kimimiz ‘Ben hayatı dolu dolu yaşadım’ deriz.  Muhasebe de işte böyle bir terazidir zaten. Terazide gülücükler varsa mutluluk vardır,  Acılar varsa gözyaşı vardır,  Ayrılıklar varsa özlemler vardır,  Harcamalar varsa borçlar vardır.  İşte hayatımızın muhasebesini yaparak hep kar etmiş işletmeler gibi gülücüklerle mi hesapları yerli yerine koyarız  yoksa  Zarar eden işletmeler gibi gözyaşlarıyla mı kapatırız hesapları bilinmez. Ama dileğim hesaplarınızı hep gülücüklerle kapatın.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —