Hazandı bakışlarının rengi …
Gözlerinin koyusundan hüzün akardı baktığı yerlere; yüzündeki gülücüğe inat… Dertleri kıyıya hiç yanaşmayan yorgun bir gemiydi… Dalgaların arasında savrulan…. Ki hiç vurmazdı diline… Anası balası için merhamet damlardı yine de yüreğinden… Haine, gaddara, halden bilmeze nasırdı oysa o yürek! Haketmeyen ne merhametinden nasiplenebilirdi, ne şefkatinden… Ne de sevgisi dokunurdu onlardan birine ılık rüzgar gibi… Yıllar mı kavlamıştı yoksa yükler mi; nasır tutan hissini kaybetmiş yerlerini bilinmez… Yine de kesmezdi, kesemezdi başını gökten, ayaklarını topraktan Allahtan gayrı hiç bir güç… Çınarlar gibi kurusa da devrilmeyen , evrilen; yüreğinde baharlar biriktiren, ayakta ölüp yeniden yeniden yeşerendi hep…
Hazandı bakışlarının rengi… Gözyaşları inci gibi yakut gibi değerliydi; onun için kimselere göstermezdi… Bu gün okuldaydı, az önce tarlada, akşam evde, dün bankada, hastanede aynı anda çocuğunu beslemede, ocağının başında, sofranın kenarında….
Hazandı bakışlarının rengi… Bilemezdi ki kara kışlara çeyrek kalmıştı… Örselense de düşmeyen gövdesini, düşse de hep direnen yüreğini, anasını, balasını alıp kaçmıştı… Kaçtığından saklanamamıştı ama... Çünkü bilmişti , öğrenmişti ama yine de denemişti: Kaderden, yazıdan kaçılmazdı… Hayatı boyunca yediği milyonlarca kurşunu kesen o tek barut kokulu kurşun yok mu, bedenine girerken tek şey vardı aklında. “Çocuk okuldan gelecek” Hazandı bakışlarından akan… “Çocuk kapıda kalırsa ne olacak?” Acıyor mu diye yokladı yarasını… Canını en az yakan yara bu olsa gerek. “Daha dedi yolun o kadar başında ki…” Hayır damlayan gözyaşının nedeni ne yerde olması….ne yarası… Geçen kışın başında anası da Rahmete kavuşmuştu. “Kimsesizlik” dedi güçlükle. “Ne olacak benim kuzum” Yumdu gözlerini… Hazan bakışları soldu bir anda. Hazanı bile solduran kötülük, gayretinden şaşkın…. Ölüm kucakladığı genç bedenden…. Çocuk kapıda… Hazan morgda…Baba karakolda… Başı önünde… Gözü yerdeki kara lekede… “Benim gibi” dedi… “Benim gibi…”
Hazan bakışlı kadınlar …Savrulmuş gazeller gibiler onlar… Bir gün öfkenin karşısında , bir gün namlunun ucunda, bir gün küfürlü bir cümlenin içinde, bir gün çarşıda, pazarda, bir an işinde gücünde, bir an evladını beslemede, tenceredeki mis kokulu yemekte…Her yerde… Ama ait olmaları gereken yerlerde değil….. illaki yüreklerde olması gerekirken bir sürü örselenmişliğin içinde…. Belki de zamansızca kara toprakların altında , evladının uzağında…