İcabet: Bir çağrıyı yerine getirme, bir çağrıya gitme, bir buyruk veya isteğe uyma, kabul etme, razı olma
Mühür: Üzerinde bir kimsenin, bir kuruluşun ya da kurumun adının ya da sanının tersine kazılı bulunduğu damga
Hz. Adem’in cennet yolculuğundan dünya hayatına kadar, neslinin çoğalmasıyla başlayıp vakt-i maluma kadar süren bir yolculukta hayra ve şerre meyletmek, fitri kodlarımıza yerleştirilmiştir. Bu kodları kirleten virüslerden arındırılmamız için gerekli olan antivirüsler yine Rabbimiz tarafından hayat kitabı Kur’an-ı Kerim’de detaylıca izah edilmiştir.
Hz. Adem ile İblis aynı zatın cc. hitabı ile muhatap olmalarına rağmen biri Nur’u biri Nâr’ı seçmiştir. Hz. Adem nûr mührünü kullanmış, İblis nâr (ateş) mührünü kullanmıştı. Peygamberi yolun yolcuları nûr’un taliplisi olmakta iken, Hakkın emrine karşı gelenler nâr’ın taliplisiydiler.
Bakara suresinin ilk beş ayetinde müminler ve iman ele alınır. Ondan sonra gelen iki ayette inkâr edenler ele alınır. Ondan sonra gelen on iki ayette ise münafıklar ele alınır. Sure insanlığı ikiye ayırarak başlar. Hak ehli, batıl ehli. İman edenler, İnkâr edenler. İnkâr edenlerin de kendi içinde ikiye ayırır. İnkârını açıklayanlar ve inkarını kalbinde gizleyenler. Yani münafıklar.
Bu ayrımın ardından sure hitabını tüm insanlığa yönlendirir ve insanın vicdanına seslenerek Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olmaya davet eder. Onun ardından ise yerlerin ve göklerin yaratılışını açıklar. Bu yaratılışla vahiy arasında bir ilişki kurar; Allah’ın kainat ve doğa ayetleri orta da iken, onları gözüyle gören, onlarla yaşarken onları inkar edemeyen, fakat Allah’ın vahyini inkar edenleri ikaz eder.
Allah’ın fiziki ayetleri ile, Allah’ın sözlü ayetleri aynı kaynaktan değilmiş gibi, inkarcılar aynı kaynaktan gelen bu iki gerçeği birbirinden ayrı tutuyor.
Hiç failsiz fiil, müessirsiz eser olur mu düsturu ile sapkınlıkları yüzlerine vuruluyor.
Bu girizgâh bizlere şunu gösteriyor; İcabet mührünün geçersiz kaldığı yerler de var; daha doğrusu mührün rengine bakılmadığı yer, Ölüm.
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır Enfâl Suresinin tefsirinde; “Allah Teâlâ, insanla kalbi arasına perde çektiği ve ölüme dâvet ettiği vakit, O’na icabet etmemeye ve emrine karşı koymaya imkân bulunamaz.
Dolayısıyla insan, bir nefes sonra başına ne geleceğini bilemez.” der.
Öyle değil mi gerçekten yaşarken biriktirdiklerimiz, ötelere hazırladıklarımız, mührümüzün rengine bakılmaksızın önümüze çıkmayacak mı? Amel defterin ya sağından verilecek ya da solundan.
Burada hesap yok, ötelerde de amel yok.
Bize düşen doğrunun, hakkın yanında olmak, tarafımızı netleştirmek. Kusurlarımızla, cürümlerimizle, kırık dökük mücadelelerimizle..
Yine bize düşen davet edildiğimiz yolda olmaktır. İmtihan ile sürdürülen dünya yolculuğu bizlere bir gerçeği daha öğretir. İnsan dünyada yaşadığı süre boyunca ölüp ölüp dirilir. Ta ki bedensel ölüm gelip tebdili mekan yapana dek.
Bedensel ölüm gerçekleştiğinde ise artık sona gelinmiş, ruh (“Bilinç”, “nefs”, “ben”) ise ilahi huzura götürülmüştür. Çünkü artık aynel yakin, her şey apaçık ortada olacak, bilinmezlik kalmayacaktır. Böyle bir durumda iman etmenin fayda vermediği hakikati de dikkate alındığında sona gelindiği kesinleşmiş demektir.