M.Nuri Bingöl

Tarih: 23.07.2024 20:57

İKİ ROMANIN MUHTEVASI

Facebook Twitter Linked-in

Nobel ödülü sahibi J. M. Coetzee, bu romanında hayalî bir imparatorlukta geçen olayları anlatıyor. Ancak, yazarın 1970’ler Güney Afrika’sına gönderme yaptığını seziyoruz.

Geniş topraklara yayılmış bir imparatorluğun en ucundaki bölgede yaşayan Barbarlar, sözümona, ayaklanmak, imparatorluğu tehdit etmek üzeredirler.

Onları bastırmak bahanesiyle merkezden gönderilen Albay ve emrindekiler, müthiş bir işkence ve kıyım başlatırlar. Bu olaylar, o bölgede görevli, yıllardır başkentin yüzünü görmemiş Sulh Yargıcı’nın ağzından aktarılır.

Barbarları Beklerken, ürkütücü bir zorbalığın öyküsünü dile getirmekle birlikte, öncelikle bir aşk, sevecenlik, bağışlama ve insancıl duygular romanı.

Yazar Coetzee roman kişilerini, olayların geçtiği mekânlari öylesine ustaca aktarıyor ki, karakterlerin hiçbiri karikatürleşmeden, iyi ve kötü yanlarıyla somutlaşıyor. Coetzee zorbalara da, onların kurbanlarına da aynı insani tavır içinde yaklaşıyor.

Barbarları Beklerken’i okurken, bir yandan az gelişmiş ülkelerde yıllardır oynanan siyasal oyunları izleyecek, öte yandan alışılmadık ama gerçek, sarsıcı bir aşka şahit oluyor.

Romanda sömürgeci yönetimler eleştirilmektedir.
Albay Joll, otoriteyi temsil etmektedir. Otorite, kendi varlığını hissettirmek için hayali düşman 
yaratmaya her zaman muhtaçtır. Romandaki hayali düşman “barbarlar” yöre halkıdır. Bir türlü beklenen ayaklanmayı gerçekleştirmemektedirler. Onlar göçebe, avcı, hayvancılıkla geçinen yerli halktır. Albay Joll gibilere göre onlar olmamalıdır, ölseler gerektir.

Sulh Hakimi, görevi ile insanlığı arasında gel gitler yaşayan ve bu kadar orantısız güce dur diyemeyen devlet edamıdır. Yaşadıkları, yeri geldiğinde yanlışa yanlış diyebilecek konuma gelmesi için iyi bir ders olmuştur ona. İşkence gördükçe “barbarların” insani yönünü keşfetmiştir. Sonunda işe yaramaz bir meczup edilmiştir otorite eliyle.

Dünyanın her yerinde işkence, otoritenin kendini koruması için uygulanan aşağılık, insanlık dışı bir fiil.

***

2- "Zorba"

Konusu 1930'larda geçen roman, adı kitapta hiç belirtilmeyen bir yazarın ağzından anlatılır.

Hayattan fazlaca bir beklentisi olmayan bu mutsuz entelektüel, bir süreliğine kendisini dinlemek ve yaşantısına çekidüzen vermek üzere kitaplarını bir kenara koyarak Yunanistan'ın Girit adasına gelir.

Burada kendisine ait linyit kömürü madenleriyle de ilgilenecektir. Yazar burada aşırı davranışları olan, kaba saba ama hayata şehvetle bağlı orta yaşlı bir Yunan olan Alexis Zorba ile tanışır ve onu ustabaşı olarak işe alır.

Aradan geçen birkaç aylık zamanda bu ilginç Yunan, genç yazarı derinden etkileyecektir. Zorba kendi ilginç hayat felsefesini genç yazara da kabul ettirdikçe yazarın hayata bakış açısı da yavaş yavaş değişime uğrayacaktır. Zorba'nın hayat felsefesinin bir parçası da yenilgileri umursamamaktır. Zorba'ya göre yenilgiler hayatın kaçınılmaz parçalarıdır ve ancak yenilginin sürekli olarak tadılması ile hayatın zaferlerinin tadına varılabilir.

İnsan sevgisiyle dolu olan Zorba, hayatını bu yönde etkileyen bir olayı genç yazara şöyle anlatır:

Komşumuz ihtiyar bir Türk olan Hüseyin Ağa çok yoksuldu, hanımı, çocukları da yoktu. Akşam eve geldi mi, avluda diğer ihtiyarlarla oturur, çorap örerdi. Ermiş bir adamdı Hüseyin Ağa. Bir gün beni dizlerine aldı; hayır duası eder gibi elini başıma koydu; 'Aleksi' dedi, 'Bak sana bir şey söyleyeceğim, küçük olduğun için anlamayacaksın, büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum, Allahı' yedi kat gökler ve yedi kat yerler almaz; ama insanın kalbi alır, onun için aklını başına toplar der Aleksi'ye..


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —