Böylece Tanrı'dan bağımsız insanı tanımladılar, sonra bu insana hayatı nasıl yaşaması gerektiğiyle ilgili reçete (ideolojiler) sundular. Aradan yaklaşık bir asır geçti ve baktılar ki yazılan reçete fayda yerine zarar getiriyor. İnsanlar insanlıktan çıkıyor! İnsanların bunalımına ve varoluşsal krizlerine çözüm üretmek bir yana üretilen çözümler! sorunları daha fazla artırmaktadır.
Teknoloji ve bilim geliştikçe insanların daha iyi bir insan olması gerekirken hayvanların yapmayacağı şeyleri yaptıklarını gördüler. Bu bataklığın içerisinde daha az hata yapan ve daha iyi bir insan olan bireylerin dindarlık algılarının yüksek, Tanrı'ya bağlılıklarının ise güçlü olduğunu öğrendiler.
Bu durum psikoloji çalışmalarının yönünü başka bir noktaya çekti. Din ve Tanrı algısı insanları neden bu kadar etkiliyor? Din ve Tanrı algısı insanların davranışlarını bu kadar kuvvetli bir şekilde kontrol altında tutmayı nasıl başarıyor?
Bu soruların cevapları psikologların dine bakış açısına göre değişmektedir. Bazıları kötü baba figürü (Freud) ile, bazıları kollektif bilinç (Jung), bazıları Tanrısız bir din (E.From) ile, bazıları da Tanrı'nın varlığını insanın bir tabiatı kabul ederek (hümanist psikologlar) bu sorulara cevap verdi.
Bu çalışmalardan en önemli konulardan bir tanesi de "Tanrı geni" kavramı oldu. Gen, hücrenin kalıtımsal karakterini taşıyan ve zamanı gelince ortaya çıkan kalıtım faktörleridir. D. Hammer "Tanrı Geni" adlı çalışmasıyla maneviyat genine ulaştığını iddia etmiştir. Maneviyatın insanlar nazarında sağlıktan daha önemli olmasını bu genlere bağlamaktadır.
Hammer, manevi davranışta biyolojik yapı, genetik karakter ve bilinç arasında karmaşık bir örüntü olduğunu ifade etmiştir. Psikolojik değişmelerin bedene, bedensel değişmelerin psikolojik yansımaları olması biyoloji-din ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır.
Hammer'a göre Tanrı ile gen arasında açık bir ilişki vardır. Tanrıyı aramaya yönelten bölgeye "Tanrı'yı Arama Geni" denir. Araştırmacıların günümüzde ifade ettikleri Tanrı geni, Tanrı noktası, inanç geni kavramlar din-davranış ilişkisinde yeni tartışmalar ortaya çıkarmıştır.
Bu çalışmalar bize gösteriyor ki, Tanrı arayışı, dindarlık algısı gibi konular insan bedeninin kendisinde mevcuttur. Bu konuyu bir de İslam açısından tahlil edelim. Konuya İslam açısından baktığımızda bu hakikatler bize 1400 yıl önce söylenmişti. Fakat Batı'nın son iki asırdaki yükselişi bizim aydınlarımızda aşağılık kompleksine neden olmuştu. Bu batı hayranlığı Tanrısız bir medeniyet hayaline dönüştü ve batıda olduğu gibi bizim ülkemizde de din ile ilgili her şeye olumsuz bakıldı, dinin hakikatlerine karşı kör, sağır ve dilsiz davranıldı.
Alemlerin Rabbinin Kuran'da bu konuyu nasıl açıkladığına hep bir birlikte bakalım: "O halde sen hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. (Rum-30)" Peygamberimiz de bu konuyla ilgili şunu söylemektedir: "Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu Yahudî, Hristiyan ve Mecusî yapar" (Buhârî, “Cenâiz”, 80, 91) hadisidir.
Rabbimiz insanları yaratırken bir fıtrata/formata göre yarattığını, bu fıtratın içerisine dini koyduğunu ve bu fıtratın değişmeyeceğini söylemektedir. Peygamberimiz de insanın fıtrat ile doğduğunu, dünyaya geldikten sonra bazı etkenlerden dolayı bu durumun bozulma ihtimaline dikkat çekmektedir.
Batının bugün itiraf etmek zorunda kaldığı inanç genini/fıtratı Rabbimiz 1400 yıl öncesinden bizlere söylemişti. Batının mankurtluğunu yapanlar, batının her söylediği doğrudur, batı gibi olmalıyız diyenler batının bu itirafından dolayı söylemlerinden vazgeçerler mi bilmiyorum ama iman edenlere özür borçları olduğunu ve tevbe etmeleri gerektiğini bilimsel olarakta görmüş oluyoruz.
O halde hem dini kavramlarla hem de bilimsel olarak kabul edilen inanç geni/fıtrat konusunu aklı başında olan her insan yaşantısını buna göre dizayn etmesi gerekmez mi? Çağımızın en büyük problemi fıtrattan uzaklaşmamız değil mi? İnsanlığın her gün daha fazla çıldırdığını, her gün daha fazla insanlığın bozulduğunu görmüyor muyuz? Ruhumuzun yardım çığlıklarını, ruhsal bunalımları, anlamsızlık girdabına hapsolmuş insanları ne zaman göreceğiz?
Çağımızın en büyük problemlerinden biri olan bu konuya önem vermeliyiz. İnsanlığı hidayete, onları doğru yola sevk edecek şeylere davet etmeliyiz. Fıtrata uygun bir hayat yaşamanın insanı kurtuluşa sevk edecek yegâne yol olduğunu insanlara göstermeli ve öğretmeliyiz. Yoksa bu bataklık bizden her gün bir şeyler koparmaya devam edecektir.