Kitapta yüzlerce gazetecinin adı yeralıyordu ve her birinin hangi gizli servisle çalıştığını, hangi gazetecinin hangi lobiye bağlı olduğunu anlatıyordu. Dahası var; bazı istihbarat örgütlerinin yazı metinlerinin konularını, hatta direkt yazıyı nasıl dikte ettiğini ve çalıştıkları gazetecilere yayımlattırdıklarını, olayların, kişilerin nasıl manipüle edildiğini, dezenformasyonun nasıl yapıldığını, basın yayın organları kullanılarak nasıl beyin yıkandığını anlatıyordu Udo Ulfkotte.
Kendisi de uzun süre kullanılan gazeteci yaşadıklarını onuruna yediremediği için isyan ettikten sonra herkesin herşeyi bilmesini istemiş ve kimlerin kime ve neye hizmet ettiğini kitabı ile ifşa etmişti. Yine sözde “saygın gazeteci ödüllerinin” nasıl ve hangi kriterlere göre verildiğini, ödül sahiplerinin kimler tarafından belirlendiğini anlatmıştı.
Bu kitabı okumadan önce bu tür iddialara sadece komplo, savunma, iftira vs. gözü ile bakan insanların bakış açılarının kitabı okuduktan sonra yüzde yüz değiştireceği kuşkusuz. Çünkü kitap iddialardan değil ispat ve tespitlerden besleniyor.
Bu kitap CIA gibi örgütlerin dünya siyasetine basın yayın eliyle gazetecileri kullanarak nasıl şekil verdiğini, ülke yönetimlerini nasıl dizayn ettiğini de anlatıyor bir anlamda.
Bir Alman gazetesi olan Frankfurter Allgemeine Zeitung’ da görev yapan gazeteci ( eski editör) kitabın pek çok noktasında CIA ve CIA tarafından kurulan bir Alman istihbarat örgütünün telkin ve baskılarıyla hiç bir fikri olmayan pek çok konuda yazmaya zorlandığını anlatıyor. Bu yazıların içinde Libya ile ilgili Kaddafi aleyhine olan bir yazının da , İran-Irak savaşında Kürtlerin katledildiği Zubaydat/ Halepçe katliamına ilişkin haberlerin de bulunduğu anlatılıyor kitapta. Yazar esefle hiç bir bilgisinin olmadığı konularda hazırlanmış haberlerin altına uzun süre imzasını attığını ve buna karşılık onurlandırıldığını (?) ve finanse edildiğini anlatıyor kitabında. Kendilerini işe alanın esasen istihbarat örgütleri olduğunu açık yüreklilikle itiraf ediyor.
Şunu da hatırlatmakta fayda görüyorum; yazar kitabı yayımladıktan bir süre sonra 2017 yılında evinde ölü bulunuyor.
Kitabı bu gözle ve bu konudaki en cesur yayım olması hasebiyle tavsiye ederken gözümü ülkemizdeki medya kuruluşlarına, basın yayın organlarına çeviriyorum. Kuşkusuz ki bu kitabı okuyan her insan izlediği TV kanallarını, okuduğu gazetecilerin dayanaktan yoksun , dava ile tekzip kararı çıkartılabilen fütursuz, mesnetsiz, hadsiz, itibar suikastı içeren haber ve yazılarını başka bir gözle izleyip okuyabilecek , daha bir dikkatle değerlendirecektir.
Ayrıca yazar Türkiye’de bazı basın kuruluşlarına ve gazetelere verdiği röportajlarda Türkiye’de de pek çok yazarın ABD ile çalıştığını iddia etmiş, bağlantılara nasıl ulaşılacağını tariflemişti.
Hatırlarsanız geçmişte ülkenin siyasi yapısını , istikrarını, ekonomisini, askeri politikalarını etkileyen bazı davalarda bir takım gazeteler ve gazeteciler direkt müdahil olmuş, delil temin etmiş, davalara yön vermeye çalışmıştı.
Buradan geleceğim nokta şudur: Birileri yazılı ve görsel medyanın halk üzerindeki gücünü kullanarak sadece kendi ülkesindeki değil dünya üzerindeki tüm siyasi tercihlere yön verirken ülke yönetimlerini, savaşları, barışları, uluslarası ilişkileri dizayn ediyorlar. Bunlar ülkemizde bir kaç ağızdan telaffuz edilen uluslararası karar vericiler. Hükümetler kurup, hükümetler deviriyorlar, ülkelerin siyasi iklimini dizayn ediyor, istediklerini karalıyor, istediklerini göklere çıkartıyorlar. Darbelere , iç savaşlara , ayaklanmalara zemin hazırlıyorlar. Yada kirli ve kanlı kasalardan kirli planları , projeleri destekliyor karanlıkları aydınlık, iyileri kötü, kötüleri iyi gösteriyorlar. Kendilerine hizmet edebilecek siyasi aktörleri cilalayıp, diş geçiremediklerini gömmeye çalışıyorlar. Hep birden onlarca yüzlerce kalemden, klavyeden bir kişinin aleyhine karşılayamayacağı kadar iftira ve karalama, yalan haber boca ediyorlar. Dava yolu ile, teksip ile çoğu düzeltilse de kamuoyunda zihinleri bulandırıyor, imaj oluşturup, itibar suikastı yapıyorlar. Parası ödenmiş kiralık kalemleri istedikleri gibi konuşturuyor, istediklerini yazdırıyorlar.
Bunca bilginin ışığında Türk basınına baktığımızda bu kitabı okumadan önce kamuoyunun “fondaş medya” diye etiketlediği bazı basın yayın kurumlarında görev tapan tetikçi yazar çizer kadrosunun ne yaptığını, yapmaya çalıştığını, arkalarındaki gücü ve nedenlerini daha iyi ayrımsayabiliyoruz. Hele hele son bir yıldır bir önceki dönem İç İşleri Bakanı Ak Parti İstanbul Milletvekili Süleyman SOYLU aleyhine yazılı görsel basında , medya kurumlarında başlatılan linç girişimine bu perspektiften baktığımızda bu orantısız saldırıların nedeni, nasılı tam anlamıyla ortaya çıkıyor. Sabık bir bakanın üzerine bakanlığı bıraktıktan sonraki bir dönemde şedit bir biçimde ve pek çok kaynaktan aynı anda saldırı yapılması uluslar arası istihbarat örgütlerinin kurduğu sistemin hali hazırda işlediğini ve işletildiğini göstermektedir. Bu saldırıların nedenleri hususu daha önceki yazılarımızda irdelenmişti.
Geçmişe doğru gittiğimizde hak etmediği halde kamuoyundaki itibarı; satılık, kiralık kalemlerle yerle bir edilmiş kaç devlet adamımız, kaç bürokratımız, kaç siyasetçimiz var kim bilir bir düşünsenize. Kimleri CIA’ya kimleri mossad’a yada başka herhangi bir istihbarat örgütüne teslim ettik kim bilir, hangi siyasi cevheri onlara yem ettik?
Sadece kişiler mi harcadığımız, ya bu ülkenin kendi milli çıkarlarımız doğrultusunda dizayn edebileceğimiz geleceği… Tetikçi , satılık, kiralık, üç kuruş fiyatı olan onursuz gazetecilere ve onların ardındaki kirli kasalara bu ülkenin geleceğini, siyasi atmosferini, yarınlarını bırakmıyor muyuz?
Gazetecilik adına utanç veren bu gerçek sadece bizim değil bizim gibi ülkesinin , çocuklarının geleceğini düşünen siz değerli okurlarımızın da meselesi. Kalemi satılık olanın kelamı yoktur. Sadece üslubu ve tarzı vardır. Asıl önemlisi ; kalemi satılık olanın “Efendileri” vardır. Sizin, bizim, hepimizin görevi milletin hizmetine adananları o “efendilere” pul etmemek. Kıymetlerini bilmek!