Yoğun tempom ve rahatsızlığım nedeni ile Şubat başından Şubat ortasına kadar ara verdim yazmaya. Arayı kapatmaya çalışıyorum şimdi. Eh burası Türkiye. Her gün bir tıynetsiz önüne atılan üç kemik için haysiyetli, onurlu, çalışkan ve milletin gönlüne girmiş bir muhteremi karalamaya çalışıyor.
Üç beş gün öncesiydi sanki vakit… Fonlanmış medyanın satılmışlıktan zengin, gazetecilikten fakir tasmalılarından biri yine Sn. SOYLU üzerinden üç beş aylık rızkını çıkardı sanırım. Düşündümde ruhu üç kuruş eden bu omurgasızların kursakları için siyasi duruşu ve varlığı, satın alma kapasiteleri ile ters orantılı olan koltuk sevdalıları iyiki varlar. Bu da rızık işi çünkü… Yoksa bu medya maymunlarının kirli nefislerini nasıl doyururlardı. Tencere kapak olayı.
Sözde yazar Sn. Bakanı kastederek bir gizli ajandasının varlığını ima ediyordu köşe yazısında. Büyük kongre öncesi “Dönem sonu siyaseti bırakma” yönünde yapılan açıklamanın daha etkin bir görev kapabilme manevrası olarak nitelendirildiği iddiasını da taşıdı köşesine. Niyet okucuyuculuk ile dedikoduculuğun harmanlandığı yazısı belli ki “aman, sakın” endişelerinin dip notları, satır aralarıydı… Kaleme gelmeyen ama akla geldiğinde bile yürekleri korku ile titreyen özgüvensiz, çünkü kifayetsiz siyasetçilerin, çok büyük bedeller ödeyerek satın aldıkları köşelerin yazılamayan kısmını okudum yazının her “nefesinde”… Bilmem siz okuyabildiniz mi?
Böyle bir korku salıyor işte Sn. Soylu bazılarının yüreklerine… Oysa biliriz biz tam aksine dokunduğu çoluk çocuk, anne baba, teyze amca her beşerin yüreğini ferahlatır Sn. SOYLU’nun tevazusu ve samimiyeti. Yüzüne baktığınızda yüreğini de gördüğünüz insanlardandır. Bunu Elazığ depreminde gördük, bunu Batı Karadeniz sel afetinde gördük, bunu 6 Şubat depremlerinde gördük…. Defalarca tecrübe ettik… Kimler için, nasıl bir gayretle mücadele verdiğine şahit olduk. Başkalarının ihtiyaçlarını giderip yüzlerine tebessüm olmadan ; evine gidip ailesinin ihtiyaçlarını gidermenin peşine düşmediğine, aylarca afet bölgelerinde yatıp kalktığına, bir an bile şikayet etmeden ağlayanla ağlayıp, gözyaşlarını silme gayretine tanıklık ettik. Bunların onun için bir mecburiyet değil, bir tercih olduğunu izleyerek öğrendik. Ondan sonra gelen tüm devlet erkanında bu güzel hasletleri aradık, bulamadık. Anladıkki bir an duraksamadan, tereddüt etmeden hizmeti seçmek, nefsi ve nefesi ötelemek herkesin harcı değil… Bu nedenle birilerinin bu ajandasız, plansız, dolapsız, akçesiz hizmet endişesini , milletin derdini dert edinme yetisini anlamasını beklemiyoruz.
Ajandası olan ne mi yapar? Her fırsatta liderine bağlılığını , sadakatiyle mühürlemek yerine; liderini arkadan “hançerler” mesela… Yada ne bileyim; delegelere para basıp, ev dağıtır! Stk’ları bağlayıp bülbül gibi öttürür… İnsanları yola, sokağa dökmeye kalkar… Şantajını, montajını, medyasını, sosyal medyasını, ajansını, trolünü bağlar, paraları basar ( hani şu kule yaptıklarından) , sabah akşam reklamını yaptırır… Ajandası olan kendisine yapılan parti kurma, parti başına geçme tekliflerine şiddetle benim yerim belli cevabı vermez sıcak bakar! Arka sokaklarda dolaşır…. Ama arkası önü aynı bir adam, soylu bir duruş görüyoruz biz Sn. SOYLU’ ya bakınca… Allah ailesine ve milletine bağışlasın.
Hanımlar, beyler; siz o ajandaları yanlış yerde arıyorsunuz sanki… Bu tarafta şahıslar yoktur dava vardır. Siz ihtirasları ile kavrulanların niyetlerini okuyun, yanınıza yörenize bakın bir zahmet. Ve sizin o toksit “nefesinizin” kimsenin zihnini bulandıramayacağını bilin!