Alem varlığı hürmetine yaratılmış olan O Nebi-i Zişan’a ASV verilmiş olan bu harika Kur’an mu’cizesi, inkâr edenlerin ve benzerini yapmaya çalışanların çabalarını boşa çıkarmıştır.
Çünkü bu mu’cize eser, Allah’ın kelamıdır. Rabbim muaraza edeceklerin her türlü niyet ve gayretlerini boşa çıkaracak bir mukaddes kitap ihsan buyurmuştur.
Mektubat eserinin On Dokuzuncu Mektupta bizleri tefekküre sevkeden hakikatleri her tabakaya bakınız nasıl anlatmaktadır.
Evet, o Kur'ân'dan çıkan şeriat-i kübrâ (büyük şeriat, İslâmiyet),
o sırr-ı i'câzı (mu’cizelik sırrını) gösterir.
Hem maarif-i İlâhiye (Allah’ı tanıma ilimleri) ve
hakaik-i kevniyede tevaggul eden tabakaya karşı,
(varlıkların gerçek mahiyetleriyle meşgul olan, derinliğine dalanlara karşı),
Kur'ân'daki hakaik-i kudsiye-i İlâhiyedeki (Allah’a ait olan kutsal gerçeklerdeki)
i'câzı (mucize özelliğini) gösterir veya
i'câzın vücudunu ihsas eder (varlığını hissettirir).
Ve ehl-i tarikat ve velâyete (tarikat, tasavvufla ilgilenen ve Allah dostları, velîlere) karşı,
Kur'ân bir deniz gibi daima temevvücde (dalgalanmada) olan
âyâtının esrarındaki i'câzını (ayetlerin sırlarındaki mucize özellikleri) gösterir.
Ve hâkezâ (bunun gibi), kırk tabakadan her tabakaya karşı bir pencere açar,
i'câzını (mucize özelliklerini) gösterir.
Hattâ, yalnız kulağı bulunan ve
bir derece mânâ fehmeden (anlayan)
avam (halk) tabakasına karşı,
Kur'ân'ın okunmasıyla, başka kitaplara benzemediğini,
kulak sahibi tasdik eder (onaylar).
Ve o âmi (okumamış, cahil) der ki:
"Ya bu Kur'ân bütün dinlediğimiz kitapların aşağısındadır
— bu ise, hiçbir düşman dahi diyemez ve hem yüz derece muhaldir (imkansızdır).
Öyle ise, bütün işitilen kitapların fevkindedir (üstündedir).
Öyle ise mu'cizedir.
Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstüdür)"
İşte bu kulaklı âminin (cahilin) fehmettiği i'câzı (anladığı mucize özelliğini), ona yardım için bir derece izah edeceğiz. Şöyle ki:
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan (ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân) meydana çıktığı vakit,
bütün âleme meydan okudu ve insanlarda iki şiddetli his uyandırdı:
Birisi: Dostlarında hiss-i taklidî (taklit duygusu),
yani sevgili Kur'ân'ın üslûbuna (ifade tarzına) karşı benzemeklik arzusu ve
onun gibi konuşmak hissi.
İkincisi: Düşmanlarda bir hiss-i tenkit (eleştirme duygusu) ve
muaraza (sözle mücadele, karşı gelme),
yani Kur'ân üslûbuna mukabele etmekle (ifade tarzına karşılık vermekle)
dâvâ-yı i'câzı (mu’cize oluş iddiasını) kırmak hissi.
İşte bu iki hiss-i şeditle (şiddetli duyguyla) milyonlar Arabî kitaplar yazılmışlar, meydandadır.
Şimdi, bütün bu kitapların en beliğleri (sözün kusursuz, yerinde, düzgün ve hâlin ve makamın icabına göre yazılanları),
en fasihleri (güzel, açık ve düzgünleri)
Kur'ân'la beraber okunduğu vakit,
her kim dinlese,
kat'iyen (kesin olarak) diyecek ki,
Kur'ân bunların hiçbirisine benzemiyor.
Demek Kur'ân, umum (bütün) bu kitapların derecesinde değildir.
Öyle ise, herhalde, ya Kur'ân umumunun altında olacak—
o ise, yüz derece muhal (imkansız) olmakla beraber,
hiç kimse, hattâ şeytan bile olsa diyemez. 1.
1 (Yirmi Altıncı Mektubun ehemmiyetli Birinci Mebhası, şu cümlenin hâşiyesi ve izahıdır.)
Öyle ise, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan (ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân),
yazılan umum (bütün) kitapların fevkindedir (üstündedir).