(HAŞİYE 3: Kur'ân-ı Hakîmin
(her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân’ın)
umum sahifeleri âhirinde
(genellikle sayfaların sonunda)
âyet tamam oluyor.
Güzel bir kafiye ile nihayeti hitam buluyor
(sonunda yer alan kelimelerin ses benzerliği ve uyuşmasıyla tamamlanıyor).
Bunun sırrı şudur ki:
En büyük olan Müdayene âyeti sahifeler için,
Sûre-i İhlâs ve Kevser, satırlar için
bir vahid-i kıyasî ittihaz edildiğinden
(Yani Kur’an-ı Kerim ‘ de en uzun ayet olan müdahane ayeti Kur’an aynı ölçü ile yazılınca bir sayfa geliyor. Ihlas ve Kevser sureleri de aynı ölçüde bir satır oluyor. Kur’an-ı Kerim başından sonuna kadar bu ölçü bozulmadan, Kur’an-ı Kerim bu ölçü dikkate alınarak yazıldığında),
Kur'ân-ı Hakîmin bu güzel meziyeti ve icâz alâmeti (mucize özelliği) görülüyor.) HAŞİYE 4
(HAŞİYE 4: Bu makamın bu mebhasında (bahsinde) gayet ehemmiyetli ve
haşmetli ve büyük ve
Risale-i Nur'un muvaffakiyeti noktasında
gayet ziynetli (süslü) ve
sevimli ve
müşevvik kerametin,
(bir abdin hilaf-ı âdet hâli olan velâyet mertebelerinde yükselmesini teşvik ediciliğin)
pek az ve cüz'î vaziyet ve
kısacık nümunelerine ve
küçücük emarelerine (belirtilerine),
acelelik belâsıyla iktifa edilmiş.
Halbuki o büyük hakikat (gerçek) ve
o sevimli keramet ise,
"tevafuk" namıyla beş altı nevileriyle (türleriyle)
Risale-i Nur'un bir silsile-i kerametini ve Kur'ân'ın göze görünen bir nevi i'câzının lemeâtını
(bir tür mucize özelliğinin huzmelerini) ve
rumuzât-ı gaybiyenin
(gelecekte olacak hadiselere işaretlerin)
bir menba-ı işârâtını teşkil ediyor
(işaretlerini meydana getiriyor).
Sonradan, Kur'ân'da lâfzullahın tevafukundan
(Allah lâfzının, -bu kelime Kur'ân-ı Kerimde 2806 defa zikredilmiş olup bu lâfız bütün "sıfat-ı kemâliyeyi" tazammun eden bir sadeftir- nizamlanmış biçimde birbirine uygun olmasından)
çıkan bir lem'a-i i'câzı (mucize özelliklerini, şualarını) gösteren
yaldız ile bir Kur'ân yazdırıldı.
Hem Rumuzat-ı Semâniye (Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmı) namındaki
sekiz küçük risaleler,
hurufat-ı Kur'âniyenin tevafukatından (Kur’an harflerinin uygunluğundan) çıkan
münasebet-i lâtîfe (güzel uygunluk) ve işârât-ı gaybiyelerinin (önceden fark edilmeyen gizli işaretlerinin) beyanında telif edildi.
Hem Risale-i Nur'u tevafuk sırrıyla (birbirine uygun gelme sırrıyla)
tasdik (doğrulayan) ve takdir (beğenen) ve tahsin eden (güzel bulan)
Keramet-i Gavsiye (Seyyid Abdülkadir-i Geylâni’nin kerâmeti) ve
üç Keramet-i Aleviye (Hz Ali’nin (r.a.) kerâmeti) ve
İşârât-ı Kur'âniye (Kur’ânî işaretler) namındaki beş adet risaleler yazıldı.
Demek, Mucizât-ı Ahmediye'nin telifinde
o büyük hakikat icmâlen hissedilmiş
(büyük gerçekler özet olarak anlaşılmış).
Fakat, maatteessüf, müellif yalnız bir tırnağını görüp göstermiş,
daha arkasına bakmayarak koşup gitmiş.)
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
04.09.2024