Bu başladığımız “Kutlu Doğum” yazı serisi ile Peygamberimiz, Başöğretmenimiz, yaratılmamıza sebep teşkil eden Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın önemini ortaya koymaya çalışıyoruz.
Ancak belirtmeliyim ki bunu ben anlatmaktan çok çok acizim. Burada kaynaklarla ifademi kuvvetlendirmeye çalışmaktayım.
Onları anladıkça iddiamızın da önemi anlaşılacaktır.
Sözler Risalesi, On Birinci Sözde bakınız Bediüzzaman Said Nursi RA bizlere neyi anlatıyor:
ON BİRİNCİ SÖZ
وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا*وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا*وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا*وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا*وَالسَّمَۤاءِ وَمَا بَنٰيهَا*وَاْلاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَا*وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَا. الخ 1
1 "Yemin olsun güneşe ve aydınlığına ve onu takip eden aya ve onu gösteren güne ve onu örten geceye ve gökyüzüne ve onu bina edene ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene ve nefse (kişiye) ve onu intizamla yaratana." Şems Sûresi, 91:1-7.
“Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını
(âlemin hikmeti, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasının şifresini) ve
hilkat-i insanın muammasını (insanın yaratılışının sırrını) ve
hakikat-ı salâtın rumuzunu (namazın hakikatinin, anlam ve niteliğinin ince işaretlerini) bir parça fehmetmek (anlamak) istersen,
nefsimle beraber şu temsilî (mukayeseli, karşılaştırmalı) hikâyeciğe bak:
Bir zaman bir sultan varmış;
servetçe onun pek çok hazineleri vardı.
Hem o hazinelerde her çeşit cevahir (cevherler), elmas ve zümrüt bulunuyormuş.
Hem gizli pek acaib defineleri (hazineleri) varmış.
Hem kemalâtça (mükemmellikçe) sanayi-i garibede (benzersiz, garip san’atta) pek çok mehareti (becerisi) varmış.
Hem hesabsız fünun-u acibeye (şaşırtıcı fen ve ilimlere) marifeti (geniş bilgi ve becerisi),
ihatası (içine alan bilgisi) varmış.
Hem, nihayetsiz ulûm-u bedîaya (güzel sanatlara) ilim ve
ıttılaı (bilgisi) varmış.
Her cemal (güzellik) ve kemal (kusursuzluk) sahibi,
kendi cemal ve kemalini (mükemmelliğini) görmek ve
göstermek istemesi sırrınca;
o sultan-ı zîşan (şan ve şeref sahibi sultan) dahi istedi ki,
bir meşher (sergi) açsın,
içinde sergiler dizsin;
tâ nâsın enzarında (insanların bakışlarında) saltanatının haşmetini
(egemenliğinin büyüklüğünü, hükümranlığın heybetini),
hem servetinin şaşaasını (gösterişini),
hem kendi san’atının hârikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip (geniş bilgisinin benzersizliğini) göstersin.
Tâ cemal ve kemal-i manevîsini (madde ile sınırlı olmayan mânevî güzellik ve üstünlüğünü)
iki vecihle müşahede etsin (iki yönüyle gözlemlesin):
Bir vechi (yönü): Bizzât nazar-ı dekaik-aşinasıyla (inceliklere nüfuz eden bakışıyla) görsün.
Diğeri: Gayrın nazarıyla (başkasının bakışıyla) baksın.
Bu hikmete binaen (herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasına dayanarak),
cesîm (çok büyük) ve geniş ve muhteşem (ihtişamlı) bir kasrı yapmağa başladı.
Şahane bir surette (biçimde) dairelere,
menzillere (odalara, evlere) taksim ederek (bölerek)
hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla (değerli cevherleriyle) süslendirip
kendi dest-i san’atının (sanat elinin) en latif (ince), en güzel eserleriyle zînetlendirip (süslendirip),
fünun-u hikmetinin (varlıklardaki hikmeti ve ince sırları ortaya çıkaran fenlerinin, ilimlerinin) en incelikleriyle tanzim edip (düzenleyip) düzelterek ve
ulûmunun âsâr-ı mu’cizekâraneleriyle (ilimlerinin mucize eserleriyle) donatarak tekmil (tamam) ettikten sonra,
herbir taam (yiyecek) ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden
en lezizlerini câmi’ (en lezzetlilerini içinde toplayan) sofralar,
o sarayda kurdu.
Herbir taifeye (topluluğa) lâyık bir sofra tayin etti (belirledi).
Öyle sehavetkârane (cömertçe),
san’atperverane (san’ata düşkün bir şekilde)
bir ziyafet-i âmme ihzar etti ki (genel bir ziyafet hazırladı ki),
güya (sanki) herbir sofra,
yüz sanayi-i latifenin (güzel ince sanatların) eserleriyle vücud bulmuş gibi
kıymetli hadsiz (sayısız) nimetleri serdi. (devam edecek)