Acaba bütün benî Âdem’i (Âdemoğulları, insanları) arkasına alıp şu Arz üstünde durup, arş-ı a’zama müteveccihen (Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin tecelli ettiği yere yönelerek) el kaldırıp, nev'-i beşerin (insanlığın) hülâsa-i ubudiyetini câmi’ (ibadetlerin özünü kapsayan) hakikat-ı ubudiyet-i Ahmediye (A.S.M.) (Peygamberimizin kulluğunun aslı ve esası) içinde dua eden şu şeref-i nev’-i insan (insanlığın şerefi) ve ferîd-i kevn ü zaman (zamanın ve yaratılan her şeyin bir tanesi) olan Fahr-i Kâinat (A.S.M.) (kâinatın kendisiyle övündüğü zât olan Peygamberimiz) ne istiyor, dinleyelim.
Bak, kendine ve ümmetine (Peygambere inanıp onun yolundan gidenlere) saadet-i ebediye (sonsuz mutluluk) istiyor, beka (sonsuzluk, kalıcılık) istiyor, Cennet istiyor. Hem mevcudat (varlıklar) âyinelerinde cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i İlahiye (Allah’ın her türlü kusur ve noksandan yüce isimleri) ile beraber istiyor.
O esmadan şefaat (bağışlanma için aracılık) talep ediyor, görüyorsun. Eğer âhiretin hesapsız esbab-ı mûcibesi (gerekli sebepleri), delail-i vücudu (varlık delilleri) olmasa idi; yalnız şu zâtın tek duası, baharımızın icadı (var edilmesi) kadar Hâlık-ı Rahîm’in (sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve her şeyi yoktan yaratan Allah’ın) kudretine hafif gelen şu Cennet’in binasına sebebiyet verecekti. (1)
(1). Evet, âhirete nisbeten (öldükten sonraki hayata kıyasla) gayet dar bir sahife hükmünde olan rû-yi zeminde (yer yüzünde) had ve hesaba gelmeyen harika san'at nümunelerini ve haşir ve kıyametin (öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma ve dünyanın sonunun) misallerini göstermek ve üç yüz bin kitap hükmünde olan muntazam envâ-ı masnuatı (san’at eseri varlık çeşitlerini) o tek sahifede kemâl-i intizamla (tam ve mükemmel bir düzenle) yazıp derc etmek (yerleştirmek); elbette geniş olan âlem-i âhirette (âhiret aleminde) lâtif (güzel) ve muntazam (düzenli) Cennet’in binasından ve icadından daha müşküldür (yaratılmasından daha zordur).
Evet, Cennet bahardan ne kadar yüksek ise, o derece bahar bahçelerinin hilkati, o Cennet’ten daha müşküldür ve hayretfezâdır (hayret vericidir) denilebilir.
Evet, baharımızda yer yüzünü bir mahşer (toplanma yeri, haşir meydanı) eden, yüzbin haşir nümunelerini (öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma misallerini) icat eden Kadîr-i Mutlak’a (her şeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah’a), Cennet’in icadı nasıl ağır olabilir? Demek ki nasıl ki onun risaleti (peygamberliği), şu dâr-ı imtihanın (imtihan yeri dünyanın) açılmasına sebebiyet verdi,
لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ sırrına mazhar oldu (sahip oldu, erişti). (2)
(2) "Sen olmasaydın ben âlemleri yaratmazdım." Ali el-Kâri, Şerhü'ş-Şifâ: 1:6; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: 2:164.
Ayrıca el-Hâkim'in el-Müstedrek'inde bu mânâyı teyit eden şu sahih hadis naklediliyor: "Peygamber Efendimiz buyurdu: Allah İsâ'ya (a.s.) şöyle vahyetti, 'Ey İsâ, Muhammed'e iman et. Ümmetine (İsâ peygambere inanıp yolunda gidenler) de emret ki onlardan ona ulaşanlar da iman etsinler. Muhammed olmasaydı Âdem'i (insanlığı) yaratmazdım. Muhammed olmasaydı Cennet ve Cehennemi yaratmazdım. Su üzerinde Arşı yarattığımda arş çırpındı. Üzerine Lâ ilâhe İllallah Muhammedun Resûlullah yazdım, sakinleşti." (3)
(3). (el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615) Ayrıca bk. et-Taberâni, El-Mu'cemü'l-Evsât, 6:314; et-Taberânî, El-Mu'cemü's-Sağîr, 2:182; El-Hallâl, es-Sünne, 1:237; el-Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 5:489.
Onun gibi, ubudiyeti (kulluğu) dahi öteki dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi. (Sözler 113)