• BIST 100

    9549,89%1,94
  • DOLAR

    34,54% 0,18
  • EURO

    36,03% -0,52
  • GRAM ALTIN

    2984,34% 0,77
  • Ç. ALTIN

    5006,70% 1,01

Emine AYDEMIR


NEDEN TÜRBE ZİYARETİ YAPIYORUZ?

Yunus öldü diye salâ verirler Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez. (Yunus Emre)


Yıl 1975..
Öğle namazına yakın bir vakitte Hazret-i Pîr Aziz Mahmud Hüdayi hz’nin türbesi önüne nur yüzlü, buğday tenli bir genç gelmişti. O an tesâdüfen Azîz Mahmûd Hüdâyî Câmii’nin imamına rastladı ve:
“–Efendim! Ben Azîz Mahmûd Hüdâyî’yi görmeye geldim! Kendisiyle nasıl görüşebilirim? Şuan burada mıdır?” diye sordu.
Böyle bir sual karşısında şaşıran imam Muharrem Efendi:
“–Oğlum! Evet Azîz Mahmûd Hüdâyî burada!” dedi.
Hazret-i Pîr’in orada olduğunu duyan genç, sevinçle:
“–Lütfen beni onunla görüştürünüz!” dedi.
Fakat buna bir mânâ veremeyen Muharrem Efendi, türbenin yanında olduklarından tekrar:
“-Oğlum! Azîz Mahmûd Hüdâyî burada!” dedi.
Genç de, talebini tekrarladı:
“-O zaman benimle görüştür! Ben onunla görüşmek istiyorum!” dedi.
Muharrem Efendi, hâlâ gencin hâlinden bir şey anlamadığından meseleyi çözebilmek için:
“-Evlâdım! Sen Azîz Mahmûd Hüdâyî’yi tanıyor musun” diye sordu.
Delikanlı, muhatabının kendisini neden Mahmûd Hüdâyî ile görüştürmek istemediğine hayret ederek:
“-Ben Azîz Mahmûd Hüdâyî’yi yakından tanıyorum. Beni buraya o dâvet etti. Biz onunla ziyaret hususunda sözleşmiştik. Benim geleceğimden haberi var.” dedi.
Sözün burasında Muharrem Efendi, meselenin farklı bir yönü olduğunu nihâyet idrak etti ve merakla sordu:
“-Evlâdım! Nasıl sözleştiniz?” Genç anlatmaya başladı:
“-Efendim ben 1974 Kıbrıs harekâtında paraşütle indirilen komando grubundandım. Biz, ordumuzun denizden, Rumların da Beşparmak dağlarından karşılıklı mücadelelerini sürdürdükleri bir hengâmda paraşütlerle atladık. Ancak hava pek rüzgârlı olduğundan her birimiz bir tarafa savruluyorduk. Ben de düşman hatlarına düştüm. Ağaçlık bir mevkide iki yandan gelen cehennemî bir ateş altında kaldım. Ne yapacağımı bilemez bir halde büyük bir şaşkınlık içindeyken karşıma uzun boylu, heybetli ve nur yüzlü ihtiyar bir baba çıktı. Bana tatlı ve mütebessim bir çehre ile baktı ve:
“-Oğlum! Burası düşman hattıdır. Ne işin var burada? Niçin tek başına bu hatta girdin?” dedi.
Ben de:
“-Baba! Ben gelmedim, rüzgâr buraya düşürdü.” dedim.
Nur yüzlü ihtiyar, hafifçe başını salladı:
“-Ben de harbe geldim. Sizden evvel gönderildim. Buraları çok iyi bilirim. Hangi birliktensin oğlum? Gel seni onların yanına götüreyim!” dedi.
Birlikte müthiş bir ateş topu altında yola koyulduk. O mübarek insan, gayet sakin bir yolda yürüyormuşçasına rahattı. Her hâli beni ayrı bir şaşkınlığa sevk ediyordu. Bana ismimi, nereli olduğumu vs. birçok sualler sordu. Ben de istediği cevapları verdikten sonra iyice merak edip kendisini sordum:
“-Baba! Ya sen kimsin?” O da:
“-Oğlum! Bana Azîz Mahmûd Hüdâyî derler.” dedi. Sonra:
“-Baba! Sen bana çok büyük bir iyilikte bulundun? Şayet memlekete sağ salim dönersem, bir vefa borcu olarak seni ziyaret etmek isterim. Adresini verir misin?” dedim.
O güzel yüzlü mübarek insan, adres olarak sadece:
“-Oğlum! Üsküdar’a gelip kime sorsan beni sana gösterirler!” dedi.
Bu arada birliğime gelmiştik. Minnet, muhabbet ve hürmetle bu güzel insanın elini öptüm. Kendisiyle vedalaştım. Sonra da kumandanımın yanına gittim.
Beni bir anda karşısında gören kumandanım, pek şaşırdı. Benim o ateş çemberinden nasıl olup da kurtularak birliğime ulaştığıma hayretle:
“-Buraya nasıl gelebildin?” Ben de:
“-Beni, yaşlı, güzel bir baba getirdi.” dedim.
Harp bittikten sonra memleketime döndüm. Ancak Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin bana yapmış olduğu iyilik hiçbir vakit aklımdan çıkmadığı için bir vefa borcu olarak nihâyet ziyaretine niyetlenip Üsküdar’a geldim. Sorduğum kimseler:
“O mübarek bir zâttır” diyerek burayı tarif ettiler.” Bunu söyledikten sonra derin bir nefes alan genç, Muharrem Efendi’ye önceki talebini tekrarladı:
“-Efendim! İşte Azîz Mahmûd Hüdâyî ile böyle tanıştık. Beni kendisiyle görüştürün lütfen!” dedi.
Böylece meseleyi bütün yönleriyle öğrenen Muharrem Efendi, şahit olduğu bu manevi manzara karşısında pek duygulandı. Yalvarırcasına gözlerinin içine bakan delikanlıya bir müddet hiçbir şey diyemedi. Sonra da kendini toparlayıp âdeta kekeleyerek:
“-Evlâdım! Azîz Mahmûd Hüdâyî, hayatta olan bir kimse değil, 1543-1628 yılları arasında yaşamış bulunan büyük bir Allâh dostudur. İşte türbesi!” diyebildi.
Bu cevabı duyan vefakâr ve imanlı genç, daha o an öğrendiği hakikat üzerine son derece üzüldü. Harp sahasının o müthiş hengâmında yaşadığı manevi tasarrufun daha yeni yeni farkına vardı uzun bir müddet içli içli ağladı.
Hüdâyî mihrabının imâmı da, ağlıyordu…
Bu keramet, Allâh’ın velî kullarına bahşettiği mânevî tasarrufun günümüzde de devam ettiğini ne güzel anlatır. Ve aklımıza bir ayet gelir: “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin! Bil'akis (onlar) hayatdârdırlar, fakat (siz) anlayamazsınız” (Bakara 154)
Bediüzzaman Said Nursi hz buyurur ki: “Gavs-ı Âzam gibi, memattan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs'ın hususî İsm-i Âzamı, "Yâ Hayy" olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhur, Mâruf-u Kerhî denilen bir kutb-u âzam ve Şeyh Hayâtü'l-Harrânî denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs'tan sonra mematları hayatları gibidir. Beyne'l-evliya meşhur olmuştur.” (28.Mektub) 
Cennet ülkemizin her köşesinde manevi büyüklerimiz, Peygamber varisi Allah dostları bizleri kucaklıyor, ruhlarımıza ferahlık veriyor elhamdülillah.
Türbelere yapılan ziyâretlerin yatırlardan bir şeyler taleb etmek için olmadığı, asıl taleb merciinin Allah Teâlâ hazretleri olduğu cümlenin mâlumudur. Ziyaretler Allah (cc) rızası için yapılır.
Neden türbe ziyaret ediyoruz sorusuna maddeler halinde cevap vereceğiz.
Hak Dostlarının dünyada iken yaptıkları dualarından nasiplenebilmek için. Örneğin;
Sultanlara Sultanlık eden Sultan Aziz Mahmud Hüdayi hz:
Ya Rabbi! Kıyamete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip  “Fatiha” okuyanlar bizimdir. Bize mensub olanlar denizde boğulmasınlar, ahir ömürlerinde fakirlik görmesinler, imanlarını kurtarmadıkça ölmesinler ve öleceklerini bilsinler ve haber versinler! diye dua buyurmuştur. (Aminnn)
Beşiktaşlı Şeyh Yahya hz: “Ya Rabbi beni ziyaret edenler bu dünyadan imansız göçmesinler.” (amin)
Mehmet Emin Tokadi Hz:  “Benim vefatımdan sonra kabrime gelip bir Fatiha okuyanın vücudu cehennem ateşinde yanmasın.’’ (amin)
Beyhekim hz; “Kabrimizi ziyaret edenlerin vücudunda hastalık kalmasın” (amin)
Muradı Münzevi hz: «Kabrimizi ziyaret edenlerin tevbeleri kabul olmadan bu dünyadan göçmesinler.» (amin)
Bir sünneti yerine getirmek için.
Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- Bakî Kabristanı’ndaki ashâbını ve Uhud şehidlerini sık sık ziyaret ederdi. Hazret-i Âişe vâlidemizin ifâdesine göre, Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- kendisinin yanında kaldığı her gecenin son kısmında Bakî Kabristanı’na gider, oradakilere selâm verip duâ ederdi.  (Bkz. Müslim, Cenâiz, 102)
Abdullah bin Ebî Ferve -radıyallahu anh- şöyle anlatır:
Nebî -sallâllahu aleyhi ve sellem- Uhud’daki şehidlerin kabirlerini ziyaret etti ve şöyle buyurdu:
«Allâh’ım! Kulun ve Peygamberin, bunların hakîkî şehîd olduğuna şâhitlik eder. Ve kıyâmete kadar kim bu şehidleri ziyaret eder de selâm verirse onlar da o ziyaretçinin selâmına karşılık verirler.» (Hâkim, III, 31/4320)
Abdullah ibni Ömer buyurdu ki, Cuma günü, güneş doğmadan önce, babam [Hazret-i Ömer] ile, şehitleri ziyarete gittik. Babam hepsine selam verdi. Selamına cevap işittik. Bana, sen mi cevap verdin dedi. Hayır, şehitler cevap verdiler dedim. Beni sağ tarafına geçirip, her birine ayrı ayrı selam verdi. Her kabirden, üçer defa cevap işittik. Babam, hemen secdeye kapandı. Allahü Teâlâya şükür eyledi.
Hazret-i Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem- ashâb-ı kirâma, kabristana gittikleri zaman şöyle demelerini öğretirdi: “Selâm size, ey bu diyârın mü’min ve müslim halkı! İnşâallah yakında biz de aranıza katılacağız. Allâh’ın bizi de sizi de bağışlamasını dilerim.” (Müslim, Cenâiz, 104)
Allah’ı (cc) seven Allah dostlarını da sever, Allah için onları ziyaret etmeyi de sever.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla-salihlerle beraber olun.” (Tevbe 119)
“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır.” (Yunus, 10/62-63.)
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın ve O'nun yolunda çaba harcayın ki kurtuluşa eresiniz" (Maide Suresi 35. ayet). 
"Alimler peygamberlerin varisleridir" (Buhari, İlm, 10; Ebû Davut, İlm, 1; Tirmizi, İlm,19; İbn Mace, Mukaddime, 17).
Hadis-i şerifde buyuruldu ki: “Bir kimse, din kardeşinin kabrini ziyarete gider ve mezarı başında oturursa onu tanır ve selamına cevap verir.” [İbni Ebiddünya]
Bu durum tüm Müslümanlar için böyleyken manevi tasarrufu çok fazla olan Hak Dostları sizi tanımaz mı? Selamınızı almaz mı? Samimi ve ihlasla giderseniz sizi karşılayıp sizin ruhunuz ile sohbet etmez mi? 
Sizi teselli eder, ikaz eder, dua eder… kim ne niyetle giderse karşılığını niyetine göre alır, eli boş dönmez vesselam. Çünkü her ev sahibi misafirine ikramda bulunur.
Türbe ziyaret ettiğimizde neden kendimizi hafiflemiş ve huzurlu hissederiz? 
Konya’nın manevi önderlerinden Sadreddin Konevî Hazretlerinin vasiyeti üzerine kabrinin üzeri kapatılmayarak açık bırakılır. Bu vasiyeti alimler şöyle yorumlar: Allah dostlarının kabirleri üzerine daima rahmet ve nur yağar, mübarek kendini ziyaret edenlerin en güzel şekilde bu rahmet ve nurdan nasiplenmelerini istediği için böyle bir vasiyette bulunmuştur. Zira ruhun gıdası nurdur.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin, “Allah'ım! Kalbimde nur, gözümde nur, kulağımda nur, sağımda nur, solumda nur, üstümde nur, altımda nur, önümde nur var eyle, benim nurumu artır.”  (Müslim, Müsâfirîn, 181) şeklindeki duası nura ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu gösterir.
İstanbul Üsküdar da Minkarizade Şeyhülislam Yahya Efendi’nin türbesinde şu ifade yazar: “İza tehayyartüm fil umuri vesteinu min ehlil kubur”: “Herhangi bir işte hangisini yapacağım diye tercihte bulunamazsanız kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (Keşfu’l-Hafa; 1/85 H. No: 213)
İbni Âbidin hazretleri, Redd-ül-muhtar kitabının önsözünde diyor ki:
İmam-ı Muhammed Şafi’i, imam-ı a’zam Ebu Hanife’ye karşı çok edepli, saygılı idi. “Ebu Hanife ile bereketleniyorum. Kabri yanına gidiyorum. Güç bir sual karşısında kaldığım zaman, kabri yanında iki rekat namaz kılıp, Allahü Teâlâya dua ediyorum. Cevabı hemen hatırıma geliyor” buyurmuştur.
Ölümü hatırlamak ve kendimize çeki düzen vermek için.
“Ölümü çokça hatırlayın! Çünkü ölümü hatırlamak, (insanı) günahlardan arındırır, dünyaya karşı zâhid kılar. Eğer zenginken ölümü düşünürseniz, sizi zenginliğin âfetlerinden korur. Fakirken tefekkür ederseniz, hayâtınızdan memnun olmanızı sağlar.” (Süyûtî, Câmiu’s- Sağîr, I, 47)
Yine Rasûl-i Kibriyâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!” (Tirmizî, Kıyâmet, 26)
Allah-u Teala’nın sevgisine ve rızasına kavuşabilmek için üsvei hasene Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi kendilerine örnek edinen Hak Dostlarının hayatını öğrenerek kendimize dersler çıkarmamız için.
Selam ve dua ile Allah’a emanet olun.. 
 

Yazarın Diğer Yazıları


YAZARLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.