Misafir Kalemler

Tarih: 20.07.2024 22:21

SON 1300 YILIN EN BÜYÜK DÂHİSİNİ TANIYOR MUSUNUZ ?

Facebook Twitter Linked-in

Şimdi ben size sorayım:  İbn-i Sina hangi üniversiteden mezun olmuştur?  Peki Mimar Sinan hangi üniversiteden mezun olmuştur? Bu ilim adamlarının  profesörlük titri var mı?  Yok.

Kaç tane profesörü toplasak bir  İbn-i Sina’nın veya Mimar Sinan’ın  eline su dökebilirler.  Bana göre 100 tane toplasan , ellerine su dökemezler.

Peki bu alimler nasıl yetişmiş?   Özel hocaların elinde ve iyi bir aile terbiyesi ve anneleri vasıtasıyla.

Siz çocuğunuzun  ne olmasını istiyorsanız; önce annesine bakın; çocuğa zeka ağırlıklı olarak anneden geçiyor. Çocuk , genellikle , baba zekası ile anne zekası ortalamasında bir zekaya sahip oluyor. 
       
Eskiden “talebe” mekteplerde olurdu. Fransızca ekol, kelimesinden mülhem “okul” olduktan sonra,  “talebe”  de,  “öğrenci”  oldu. Olmazsa olmazı, okumak  istemeyen çocuklara , zorla ilaç içirmek veya yemek yedirmek gibi , bir de 12 yıllık mecburi eğitim- öğretim kapanına sokuldular.

Bir meslek olarak öğrenci olundu.  Yani istese de , istemese de  yapmak zorunda kaldığı  bir meslek.

Eğer biz Mimar Sinan ve İbn-i Sina’daki   ilmini  ve yetişme tarzını çözsek , bu ülke ve bu millet  lejyonerlein elinden kurtulur. İki de bir , papağan gibi  “Batı Batı”  deyip durmaz. 
        
Eğitim ve öğretimde veya bir işletmede, bir fabrikada, kemiyet mi , keyfiyet  mi önemli?  Anlamadınızsa söyleyeyim : Sayı çokluğu mu önemli , kaliteli ve ehliyetli kişi  olmak mı önemli ?

İşte önümüzde bir avuç Siyonist Yahudi İsrail terör  örgütü  ve bir çok  lüzumsuz adamla dolu ama nüfus olarak kalabalık İslam dünyası... Kalitenin  önemini , işinde ehliyeti  size daha kim anlatsın?

Bizdeki öğretim sistemi şöyle :   Kabiliyetli ve dâhi  10 kişi  yerine, 10,000 kişiyi eğitiriz, yetiştiririz ; zaten 10,000 kişi içinden,  10 kişi kendisini yetiştir ve Avrupa’ya gider; Amerika’da mucit  olur. Bir Türk’ün  dünyaya bedel olduğunu gösterir. Bu da  bizim kazancımız olur  düşüncesi, bu ülkeye yüz yıldır hakimdir. İşte  son modern çağdaş sisteminiz bu; alın başınıza ilaç olarak çalın!  

Peki siz, hiç merak ettiniz mi?  Son 1300 yılın en büyük dâhisi kimdir diye?  Bence merak etmiyorsanız bu yazıyı okumayın. 
        
Ben söyleyeyim. Kaç dil biliyor, tam bilmiyorum ama, tahminen söyleyeyim..  Anadili Kürdçe, sonra  Arapça, sonra Farsça, sonra Türkçe, dört dil bildiğini zannediyorum. 
       
Peki yazdığı eserler, insanlara neler  kazandırıyor?  Önce Türkçe konuşmasını , yani telaffuzu düzeltiyor. Sonra beyin jimnastiği yaptırıyor; sonra muhakemeyi arttırıyor.  

Çocuğunuza  sömürgeci dili  İngilizce öğreteceğinize Onun eserlerini  okutun da Türkçe telaffuzu mükemmel olsun.

Peki  bu alim ve dâhinin, ana dili Kürdçe olmasına rağmen, Kürdçe yazdığı  eserler  var mı , var ; Arapça eserleri var mı var;  Farsca eseri var mı, o da var.  En fazla  eserini Türkçe olarak yazmış;  yazmış da ne olmuş?  

Türkler bu dâhiyi çok mu okuyor,  çok mu tanıyor ?  Onu duymayan  yok gibi  ama anlayan ve okuyan çok az. Garip değil mi ?   
     
Matematik zekası şöyle :  Bir dakikada,  bütün dünyanın  arz yüzeyine kaç tane yağmur damlası yağabileceğini hesaplayabilen  bir zeka... Bir sahife yazıyı , bir defa okumakla ezberleyebilen bir  hafıza... 
     
Sonra,  1000 yıldan beri, İslamiyet hakkında tenkidvari  sorulan soruların bütün cevaplarını verebilen bir dâhi. 
      
Sonra, dünyada materyalizmin, dinsizliğin ve bütün sapık akımların ve düşüncelerin bir saçmalık  olduğunu  ispatlayan  bir zekaya sahip bir dâhiden bahsediyorum.

İnsanoğlunun,  içinde bulunduğumuz çağda,  zihninden geçen bütün yanlış düşüncelerine karşı , o düşüncelerdeki yanlışları  düzelten ve doğru düşünceyi insanlara  gösteren  bir dâhi. 
     
Böyle bir dâhiyi anlayabilmek için ne lazım bize? Birazcık “zeki”  olmak gerekmez mi?  

Onun eserleri , yazıldığı tarihten sonraki   fizikte, kimyada,  tıpta, astronomi ve diğer ilimlerdeki  hiçbir gelişme ve buluşa aykırı  olmayan bilgilere sahip. Bir kimsenin kendisinden  önceki  ilmi  keşiflere aykırı  bir  fikri olmaması ve bunu yazmaması normaldir ; ama, kendisinden sonraki ilmi keşiflere aykırı bir fikri olmaması hakkında ne düşünürsünüz ?  

Aya çıkılmadan yıllarca  önce ,  Aya çıkılacağını ve Ayda hayat olmadığını söyleyebilen bir dâhi. Yazdığı Zerre / Atom Risalesinde, Kainatın en dip hammaddesinin , “kuru bir madde”  olmadığını ve  her şeyin esasının  bir ihtizaz yani titreşimden ibaret olduğunu, batılı bilimadamlarından 50-60 yıl önce söyleyebilen bir alim ve dâhi. 
      
Böyle  bir dâhiye  biz ne yapmışız, biliyor musunuz ?  Sürgün ve hapis,  tecrid hayatı, hücre hapsi ve  insanlarla görüşmesini devlet eliyle yasaklamışız.

Yapmadığı bir suçla itham edip yargılanmış, beraat etmiş yine aynı benzer suçlarla, bu sefer ayrı bir vilayette yargılanmış  en son Yargıtay , mahkumiyeti bozmuş, beraatine karar vermiş; ama  mahkeme bu beraat duruşması için dosyayı iki buçuk yıl bekletmiş, sürüncemede bırakmış ;  yeni duruşma günü açmamış,  hapiste bırakılmış.   
       
Anadili  Kürdçe olmasına rağmen, “Kürt” diye hakaretlere maruz kalmış;  ama bizim Kürd kardeşlerimizin  yarısı, bu dâhiyi tanısa da , rehber edinememiş.

Çoğunlukla asıl eserleri Türkçe ama, biz Türkler onun eserlerini okumakta  ve anlamakta aciz düşmüşüz.   
     
Bu öyle  bir dâhidir ki,  şimdiye kadar onun eserlerini  “en iyi ben anlarım”  diyen biri çıkmamıştır. 
      
Türk devletini gayr-ı meşru ele geçirenler ve Masonlar ve  Dinsizler tarafından ona karşı, onu susturmak ve onu yok etmek için   bütün tedbirler alınmış, Adliye  alet edilmiş;  ama onu fikren ve mücadele olarak yenememişler.

Tek çareleri kalmış, hakkında uydurma iftira atmak ve yapmadığı şeylerle itham etmek ve onun eserleri anlaşılmasın  diye bir Ermeni’ye  (Agop Dilaçar) yeni öz-Türkçe kelimeler yaptırarak,  başka dilde ve zihinde  konuşan nesiller yetişmesine umut bağlamışlardır...
        
Hiçbir üniversite ve devlet kurumunda konuşmasına ve fikirlerinin  yayılmasına müsaade edilmemiş; ellerinde radyo , gazete, dergi ve kitap, matbaa ve devlet maddi desteği ve okullar , müfredata sahip olanlar ,  bu  eli kolu bağlı hapis ve sürgüne mahkum  dâhinin  karşısında mağlup olmuşlar ve o hapishaneleri  mektebe çevirmiş ve  esnaf , çiftçi ve çobanlardan   karşılıksız ve menfaatsiz  şekilde  bir Akademi kurmuş ve   yüzbinlerce  talebeye sahip olmuş. 
         
Hayatında ve mücadelesinde hiç bir canlıya zarar  vermemiş;  hiçbir insanın ölümüne veya yaralanmasına sebep olmamış ve ihtilal ve darbe yolunu tavsiye etmemiş ve müsbet  harekatı  esas edinmiş bir dâhiye karşı  siz ne diyebilirsiniz  ki ! . 
        
Bu dâhi 6000 sayfalık eserlerini hangi şartlarda yazmıştır?  Öncelikle ömrü  hayatında 10 sayfa da olsa bir yazı veya eser kaleme almamış olan cahiller  hiç konuşmasın.  Önlerinde daktilo veya bilgisayar klavyesi, koltuğuna kurulmuş,   yediği önünde,  yemediği  ardında olan ve önünde arkasında sekreterleri ve asistanları olan kişiler de, hem de devletten dolgun  maaş alıp ,  yine önünde ve elinin altında  yüzlerce kaynak esere  bakıp, kaynak eserlerden   toplayıp eser yazanların, bu dâhi hakkında  konuşması veya değerlendirme  yapması,  şartlar eşit ve adil olmadığından  büyük  bir ayıp olur.

Bu dâhi eserlerini sürgünde ve hapishanede yazmış; aynı zamanda  idamla yargılanıyor; hatta yemesini içmesini  bile  devletin tayinat ile karşılaması gerekirken, 1936 yılında  Kastamonu’ da  mecburi ikamete  mecbur tutulmuş ;  sağlık müdürü yiyecek  yardımını  kesmiş;  nasıl yaşayacak diye  gözetletiyor.

Öyle ağır şartlar  ki, yılan ve akrep tıynetinde  cahil ve görgüsüz insanların  her türlü hakaretine maruz kalmış ;  cezaevinde bile mahkumlardan tecrid edilmiş ve elinde Kuran’dan başka hiçbir kaynak  ve referans  kitabı yok.

Ama en ağır şartlarda, en zor hallerinde, zehirlenmişken, soğuktan ölmesi beklenirken  yazdığı eserler ile,  insanlığın en derin  meselelerini çözmüş,   en zor soruların cevaplarını vermiş bir dâhi. Siz bu dâhiyi Türkiye’de yaşadığınız ve Türkçe bildiğiniz  halde hala tanımamışsanız,  ne diyeyim,  nasipsizmişsiniz !  

Tembel nefisler için eserlerini  okumak  zor geliyor ;  “Ben anlamıyorum, onun için okumuyoruz” diyebilirsiniz. Ama  kendinize  kötülük edersiniz. Okuyucuları arasında, mesleki olarak  en az sayıda  imam , müezzin,  müftü, vaiz gibi dini görevliler bulunuyor.  En fazla okuyucuları, mühendis,  öğretmen,  doktor , subay, hemşire ,esnaf, çiftçi  gibi dünyevi meslek sahipleridir..
         
Şimdiye kadar hiçbir üniversitede, herhangi  bir eserindeki  ilmi yanlışları ve yanlış görüşleri bulunup gösterilememiş (muhalifleri aslında pek muhtaçlar) ; eserleri  bir çok Lisana çevrilmiştir.  

Irka ve cinsiyete dayalı  bir yapılanma yok. Siyaset olarak devletleri ve idaresini muhatap almamıştır. Yazdığı eserler ile , her dilden ve her ırktan kardeşlerinin ve talebelerinin  olmasını  sağlamıştır. 
          
Eğer siz şimdiye kadar böyle bir dâhiyi  tanımamışsanız; hem de Türkiye’de   yaşıyorsanız, daha size ne diyeyim! Kime ne   anlatayım! . 
           
Sizin değeriniz, kültürel kapasiteniz, zekanız, hayatta kimi  örnek aldığınıza bağlıdır.

Eğer zekanızı ve anlayışınızı  geliştirmek istiyorsanız ,  zihniniz  bir çöplük değilse, her şeyi içine atmayın.  

Jules Payot diyor ki : “ Şaheserleri okuyun, zihninize her şeyi sokmayın.”  

Size bilmediğinizi  öğretmeyen ve size okuması zor gelmeyen bir kitap,  size hiçbir şey kazandırmaz.

Okuyacaksanız dâhilerin kitaplarını  okuyun veya oturup evde  beyninizi köreltmek için televizyon seyredin.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —