Şimdi ben size sorayım: İbn-i Sina hangi üniversiteden mezun olmuştur? Peki Mimar Sinan hangi üniversiteden mezun olmuştur? Bu ilim adamlarının profesörlük titri var mı? Yok.
Kaç tane profesörü toplasak bir İbn-i Sina’nın veya Mimar Sinan’ın eline su dökebilirler. Bana göre 100 tane toplasan , ellerine su dökemezler.
Peki bu alimler nasıl yetişmiş? Özel hocaların elinde ve iyi bir aile terbiyesi ve anneleri vasıtasıyla.
Siz çocuğunuzun ne olmasını istiyorsanız; önce annesine bakın; çocuğa zeka ağırlıklı olarak anneden geçiyor. Çocuk , genellikle , baba zekası ile anne zekası ortalamasında bir zekaya sahip oluyor.
Eskiden “talebe” mekteplerde olurdu. Fransızca ekol, kelimesinden mülhem “okul” olduktan sonra, “talebe” de, “öğrenci” oldu. Olmazsa olmazı, okumak istemeyen çocuklara , zorla ilaç içirmek veya yemek yedirmek gibi , bir de 12 yıllık mecburi eğitim- öğretim kapanına sokuldular.
Bir meslek olarak öğrenci olundu. Yani istese de , istemese de yapmak zorunda kaldığı bir meslek.
Eğer biz Mimar Sinan ve İbn-i Sina’daki ilmini ve yetişme tarzını çözsek , bu ülke ve bu millet lejyonerlein elinden kurtulur. İki de bir , papağan gibi “Batı Batı” deyip durmaz.
Eğitim ve öğretimde veya bir işletmede, bir fabrikada, kemiyet mi , keyfiyet mi önemli? Anlamadınızsa söyleyeyim : Sayı çokluğu mu önemli , kaliteli ve ehliyetli kişi olmak mı önemli ?
İşte önümüzde bir avuç Siyonist Yahudi İsrail terör örgütü ve bir çok lüzumsuz adamla dolu ama nüfus olarak kalabalık İslam dünyası... Kalitenin önemini , işinde ehliyeti size daha kim anlatsın?
Bizdeki öğretim sistemi şöyle : Kabiliyetli ve dâhi 10 kişi yerine, 10,000 kişiyi eğitiriz, yetiştiririz ; zaten 10,000 kişi içinden, 10 kişi kendisini yetiştir ve Avrupa’ya gider; Amerika’da mucit olur. Bir Türk’ün dünyaya bedel olduğunu gösterir. Bu da bizim kazancımız olur düşüncesi, bu ülkeye yüz yıldır hakimdir. İşte son modern çağdaş sisteminiz bu; alın başınıza ilaç olarak çalın!
Peki siz, hiç merak ettiniz mi? Son 1300 yılın en büyük dâhisi kimdir diye? Bence merak etmiyorsanız bu yazıyı okumayın.
Ben söyleyeyim. Kaç dil biliyor, tam bilmiyorum ama, tahminen söyleyeyim.. Anadili Kürdçe, sonra Arapça, sonra Farsça, sonra Türkçe, dört dil bildiğini zannediyorum.
Peki yazdığı eserler, insanlara neler kazandırıyor? Önce Türkçe konuşmasını , yani telaffuzu düzeltiyor. Sonra beyin jimnastiği yaptırıyor; sonra muhakemeyi arttırıyor.
Çocuğunuza sömürgeci dili İngilizce öğreteceğinize Onun eserlerini okutun da Türkçe telaffuzu mükemmel olsun.
Peki bu alim ve dâhinin, ana dili Kürdçe olmasına rağmen, Kürdçe yazdığı eserler var mı , var ; Arapça eserleri var mı var; Farsca eseri var mı, o da var. En fazla eserini Türkçe olarak yazmış; yazmış da ne olmuş?
Türkler bu dâhiyi çok mu okuyor, çok mu tanıyor ? Onu duymayan yok gibi ama anlayan ve okuyan çok az. Garip değil mi ?
Matematik zekası şöyle : Bir dakikada, bütün dünyanın arz yüzeyine kaç tane yağmur damlası yağabileceğini hesaplayabilen bir zeka... Bir sahife yazıyı , bir defa okumakla ezberleyebilen bir hafıza...
Sonra, 1000 yıldan beri, İslamiyet hakkında tenkidvari sorulan soruların bütün cevaplarını verebilen bir dâhi.
Sonra, dünyada materyalizmin, dinsizliğin ve bütün sapık akımların ve düşüncelerin bir saçmalık olduğunu ispatlayan bir zekaya sahip bir dâhiden bahsediyorum.
İnsanoğlunun, içinde bulunduğumuz çağda, zihninden geçen bütün yanlış düşüncelerine karşı , o düşüncelerdeki yanlışları düzelten ve doğru düşünceyi insanlara gösteren bir dâhi.
Böyle bir dâhiyi anlayabilmek için ne lazım bize? Birazcık “zeki” olmak gerekmez mi?
Onun eserleri , yazıldığı tarihten sonraki fizikte, kimyada, tıpta, astronomi ve diğer ilimlerdeki hiçbir gelişme ve buluşa aykırı olmayan bilgilere sahip. Bir kimsenin kendisinden önceki ilmi keşiflere aykırı bir fikri olmaması ve bunu yazmaması normaldir ; ama, kendisinden sonraki ilmi keşiflere aykırı bir fikri olmaması hakkında ne düşünürsünüz ?
Aya çıkılmadan yıllarca önce , Aya çıkılacağını ve Ayda hayat olmadığını söyleyebilen bir dâhi. Yazdığı Zerre / Atom Risalesinde, Kainatın en dip hammaddesinin , “kuru bir madde” olmadığını ve her şeyin esasının bir ihtizaz yani titreşimden ibaret olduğunu, batılı bilimadamlarından 50-60 yıl önce söyleyebilen bir alim ve dâhi.
Böyle bir dâhiye biz ne yapmışız, biliyor musunuz ? Sürgün ve hapis, tecrid hayatı, hücre hapsi ve insanlarla görüşmesini devlet eliyle yasaklamışız.
Yapmadığı bir suçla itham edip yargılanmış, beraat etmiş yine aynı benzer suçlarla, bu sefer ayrı bir vilayette yargılanmış en son Yargıtay , mahkumiyeti bozmuş, beraatine karar vermiş; ama mahkeme bu beraat duruşması için dosyayı iki buçuk yıl bekletmiş, sürüncemede bırakmış ; yeni duruşma günü açmamış, hapiste bırakılmış.
Anadili Kürdçe olmasına rağmen, “Kürt” diye hakaretlere maruz kalmış; ama bizim Kürd kardeşlerimizin yarısı, bu dâhiyi tanısa da , rehber edinememiş.
Çoğunlukla asıl eserleri Türkçe ama, biz Türkler onun eserlerini okumakta ve anlamakta aciz düşmüşüz.
Bu öyle bir dâhidir ki, şimdiye kadar onun eserlerini “en iyi ben anlarım” diyen biri çıkmamıştır.
Türk devletini gayr-ı meşru ele geçirenler ve Masonlar ve Dinsizler tarafından ona karşı, onu susturmak ve onu yok etmek için bütün tedbirler alınmış, Adliye alet edilmiş; ama onu fikren ve mücadele olarak yenememişler.
Tek çareleri kalmış, hakkında uydurma iftira atmak ve yapmadığı şeylerle itham etmek ve onun eserleri anlaşılmasın diye bir Ermeni’ye (Agop Dilaçar) yeni öz-Türkçe kelimeler yaptırarak, başka dilde ve zihinde konuşan nesiller yetişmesine umut bağlamışlardır...
Hiçbir üniversite ve devlet kurumunda konuşmasına ve fikirlerinin yayılmasına müsaade edilmemiş; ellerinde radyo , gazete, dergi ve kitap, matbaa ve devlet maddi desteği ve okullar , müfredata sahip olanlar , bu eli kolu bağlı hapis ve sürgüne mahkum dâhinin karşısında mağlup olmuşlar ve o hapishaneleri mektebe çevirmiş ve esnaf , çiftçi ve çobanlardan karşılıksız ve menfaatsiz şekilde bir Akademi kurmuş ve yüzbinlerce talebeye sahip olmuş.
Hayatında ve mücadelesinde hiç bir canlıya zarar vermemiş; hiçbir insanın ölümüne veya yaralanmasına sebep olmamış ve ihtilal ve darbe yolunu tavsiye etmemiş ve müsbet harekatı esas edinmiş bir dâhiye karşı siz ne diyebilirsiniz ki ! .
Bu dâhi 6000 sayfalık eserlerini hangi şartlarda yazmıştır? Öncelikle ömrü hayatında 10 sayfa da olsa bir yazı veya eser kaleme almamış olan cahiller hiç konuşmasın. Önlerinde daktilo veya bilgisayar klavyesi, koltuğuna kurulmuş, yediği önünde, yemediği ardında olan ve önünde arkasında sekreterleri ve asistanları olan kişiler de, hem de devletten dolgun maaş alıp , yine önünde ve elinin altında yüzlerce kaynak esere bakıp, kaynak eserlerden toplayıp eser yazanların, bu dâhi hakkında konuşması veya değerlendirme yapması, şartlar eşit ve adil olmadığından büyük bir ayıp olur.
Bu dâhi eserlerini sürgünde ve hapishanede yazmış; aynı zamanda idamla yargılanıyor; hatta yemesini içmesini bile devletin tayinat ile karşılaması gerekirken, 1936 yılında Kastamonu’ da mecburi ikamete mecbur tutulmuş ; sağlık müdürü yiyecek yardımını kesmiş; nasıl yaşayacak diye gözetletiyor.
Öyle ağır şartlar ki, yılan ve akrep tıynetinde cahil ve görgüsüz insanların her türlü hakaretine maruz kalmış ; cezaevinde bile mahkumlardan tecrid edilmiş ve elinde Kuran’dan başka hiçbir kaynak ve referans kitabı yok.
Ama en ağır şartlarda, en zor hallerinde, zehirlenmişken, soğuktan ölmesi beklenirken yazdığı eserler ile, insanlığın en derin meselelerini çözmüş, en zor soruların cevaplarını vermiş bir dâhi. Siz bu dâhiyi Türkiye’de yaşadığınız ve Türkçe bildiğiniz halde hala tanımamışsanız, ne diyeyim, nasipsizmişsiniz !
Tembel nefisler için eserlerini okumak zor geliyor ; “Ben anlamıyorum, onun için okumuyoruz” diyebilirsiniz. Ama kendinize kötülük edersiniz. Okuyucuları arasında, mesleki olarak en az sayıda imam , müezzin, müftü, vaiz gibi dini görevliler bulunuyor. En fazla okuyucuları, mühendis, öğretmen, doktor , subay, hemşire ,esnaf, çiftçi gibi dünyevi meslek sahipleridir..
Şimdiye kadar hiçbir üniversitede, herhangi bir eserindeki ilmi yanlışları ve yanlış görüşleri bulunup gösterilememiş (muhalifleri aslında pek muhtaçlar) ; eserleri bir çok Lisana çevrilmiştir.
Irka ve cinsiyete dayalı bir yapılanma yok. Siyaset olarak devletleri ve idaresini muhatap almamıştır. Yazdığı eserler ile , her dilden ve her ırktan kardeşlerinin ve talebelerinin olmasını sağlamıştır.
Eğer siz şimdiye kadar böyle bir dâhiyi tanımamışsanız; hem de Türkiye’de yaşıyorsanız, daha size ne diyeyim! Kime ne anlatayım! .
Sizin değeriniz, kültürel kapasiteniz, zekanız, hayatta kimi örnek aldığınıza bağlıdır.
Eğer zekanızı ve anlayışınızı geliştirmek istiyorsanız , zihniniz bir çöplük değilse, her şeyi içine atmayın.
Jules Payot diyor ki : “ Şaheserleri okuyun, zihninize her şeyi sokmayın.”
Size bilmediğinizi öğretmeyen ve size okuması zor gelmeyen bir kitap, size hiçbir şey kazandırmaz.
Okuyacaksanız dâhilerin kitaplarını okuyun veya oturup evde beyninizi köreltmek için televizyon seyredin.