Sevdiğin birinden ya da bir şeyden ayrılmak zor…
Bir yanınız kal der, diğer yanınız ise git…
Kal, diyen yanınız baskın çıkar ve adımlarınız bir türlü ileriye gitmez.
Ayrılırken bir an nefessiz kalır, suçluymuşsunuz gibi önünüze bakarsınız.
Özlem dolu mutlu günler, film şeridi gibi akar gönlünüzden…
Ortamın havası etkisi altına almıştır sizi artık…
Haykırmak istersiniz, sesiniz çıkmaz.
Bir an önce oradan kurtulup uzaklaşmak istersiniz…
Bu bağlılık duygusu geri adımlar atmaya zorlar sizi…
Sırtınızı dönemezsiniz bir türlü…
İhanet sayarsınız.
İnsansa sevdiğiniz, ayrılık daha da zorlaşır.
Misafir geldiğinde ne kadar da heyecanlanırsınız!
Mutlu etmek için onu, sürekli yüzünüz ona dönük…
Odadan çıkarken bile yüzünüzü birden çevirip çıkmazsınız.
Küçük adımlarla önce vücudunuz sonra başınız geriye döner.
Bu yüzden geri geri yürümekte sevgi, umut ve ümit var…
Sırtını dönüp gitmekte ise tükenmişlik…
Sırtını dönüp gitmek, zayıflığın belirtisi…
Böyle biri, kendi işini görecek cesarete sahip değil…
Tükenmişlik, tıpkı kurt gibi kemirir insanın iç dünyasını…
İçten içe çökertir, duygularıyla oynar, psikolojisini bozar…
Ümit ve umudun olduğu yerde tükenmişlik her zaman yeşillenmeye yüz tutar.
Bu durum insanın kendine yüz vermesi değil, bir şans daha vermesi…
Bu yüzden sırtınızı dönmeyin ki, sevdiğiniz şeyin sevgi ve saygısı kaybolmasın, artsın…
Ona tekrar geri dönmenin bir yolu olsun…
Tükenmişlik, çaresizliğin acizlik boyutu…
O boyutta üç değil, iki boyut var…
Ve her şey iki boyutlu bir zemin…
Üzerine paspas gibi basıp geçilebilecek duygusuz bedenler vardır onun için…
Sonuçta hiç kimsenin kalp kırma, duygularla oynama, psikolojiyi bozma hakkı yok.
Bu insan olsun, hayvan olsun fark etmez, canlı olması, can taşıması, can vermesi yeterli…