• BIST 100

    14155,46%0,76
  • DOLAR

    42,69% 0,23
  • EURO

    50,15% 0,06
  • GRAM ALTIN

    5897,70% 0,71
  • Ç. ALTIN

    9533,17% 2,62

ÖNDER GÜZELARSLAN


Turgutlu’nun Arka Bahçesi: Dağ Köylerinden Ödemiş’e Yolculuk

Turgutlu’dan başlayıp Ödemiş’e uzanan bu doğa yolculuğu, Manisa dağ köylerinin güzelliklerini, Dağmarmara’nın eşsiz manzaralarını ve Ege’nin bereketli topraklarını anlatıyor.


Okuma Süresi: Yaklaşık 5 dakika

Eski adı Kasaba ve Yengi olan, Şehzadeler şehri Manisa’nın ilçesi Turgutlu; Sultan II. Murat Dönemi'nde Dalbahçe Köyü çevresine yerleşen Turgud Aşireti tarafından kurulmuş bir yerleşim yeridir. Günümüzde salkım salkım üzümlerin yetiştiği ovası ile meşhur olan Turgutlu’ya birçok defa geldim ve buradan İzmir ve Manisa merkeze farklı yollardan gittim.

Geçen haftalarda yine Turgutlu’ya yolum düştü. Bu kez İzmir’in sarı patatesiyle anılan Ödemiş’e doğru hareket ettik. Yol arkadaşlarım Balıkesirli hemşerim Harun Kaya ile Manisalı hemşerim, yazar Tolga Uluaydın idi. Normalde Salihli üzerinden Bozdağ’dan geçerek ulaşılan Ödemiş’e biz farklı bir yolu tecrübe ederek, Turgutlu ile İzmir Kemalpaşa arasındaki dağ yollarından geçerek ulaştık. Yol çok kötü değildi ama yine de köy yollarından, dağ aralarından geçtik.

Turgutlu’dan İzmir Kemalpaşa’ya doğru giden ve Türkiye’nin en lezzetli kiraz, şeftali ve eriklerinin yetiştiği Bağyurdu’na gelmeden sola döndük. Sarıçalı’dan geçerek Hamzababa’ya ulaştık. Kıvrım kıvrım ilerlediğimiz yolda manzara muhteşem ötesiydi. Zaman zaman yol oldukça daralıyor, bir aracın dahi geçmesi zorlaşıyordu. Hava ise muhteşem güzellikte, açık ve güneşliydi. Yolun sağı ve solu kiraz bahçeleriyle doluydu. Daha önce de duymuştum; dağ yamaçlarındaki, yüksek tepelerdeki kirazlar ovadakilere göre daha lezzetli oluyormuş. Bölgede yetişen kirazlar, Manisa’nın en güzel kirazları arasında sayılıyor. Bu tarafa ilk gelişimdi. Hele Bozdağlara doğru sıralanmış Dağmarmara dağları ise görülmeye değerdi. Dağın eteklerinde süzülen çam ve ardıç ağaçları sonbaharın bütün güzelliğini sergiliyorlardı. Kimi yerlerde sarıya dönen, kimi yerlerde yeşilliğini koruyan ağaçlar bazen de kahverengi tonlarıyla inanılmaz bir renk dansı sunuyor ve görsel şölen oluşturuyordu.

“Her dağ köyü, kendi sessiz hikâyesini anlatır; kimi çam kokusuyla, kimi üzüm salkımıyla.”

Aralarda su şırıltıları da kulağımıza çalıyordu. Sabahın erken saati olması hasebiyle güneş yeni yeni doğmaya başlıyor ve güzelliğini göstermeye çalışıyordu. Dar köy yolları arasında ilerlerken Dağmarmara adlı bir köye geldik. Köy, daha önce gördüğümüz köylere göre biraz büyükçe idi. Yeşilin her tonuyla muhteşem bir manzara sunan Dağmarmara, sonbahar ayında da görsel şölen sunarak bizi kendisine çekiyordu. Gezmeye ve görülmeye doyulamayan Dağmarmara civarında bulunan Ovacık Yaylası da bölgenin en güzel yerleri arasında sayılıyor. Ovacık Yaylası; havası ve muhteşem tabiatıyla insana huzur veren bir yer. Dağmarmara köyünde, civar köylerdeki çocukların taşımalı eğitimle katıldıkları büyük bir okula rastladık. Dağmarmara yolundan İzmir’in Bayındır ilçesine bağlı Kızılkeçili köyüne giden bir yol vardı. Biz o istikamete değil de Karaköy istikametine doğru yöneldik. Karaköy’de otobüs durağında okula gitmeye hazırlanan ve okul servisi bekleyen çocuklara rastladık. Buradaki çocukların taşımalı sistem ile Dağmarmara’daki okula gittiklerini öğrendim. Dağmarmara’da yetişen kara üzüm, çekirdeksiz üzüm ve Napolyon kirazı hem ülkemizde hem de dış pazarda alıcı buluyor. Bölgenin toprağı ve havası meyvelerin lezzetini artırdığı ifade ediliyor.

Karaköy’den hafif tırmanarak yola devam ettik. Kiraz bahçeleri arasında yol almaya devam ediyorduk. Karşı tarafımızda İzmir’in Bayındır ilçesine bağlı köyler ve Bayındır’ın dağları görülüyordu. İki dağ arasında yolumuza devam ederken sağ tarafımızda bir baraj göletine denk geldik. Epeyce uzun olan bu göletin adı Aktaş idi. Tarımsal sulama amacıyla kullanılan baraj göletinden balık da avlandığını civardaki köylülerden öğrendim. Göleti geçtikten sonra artık geniş ovasıyla Ödemiş karşımızda görünmeye başladı. Ödemiş bütün güzelliğiyle karşımızda dururken sol çaprazımızda da Bozdağ bütün muhteşemliğiyle adeta bizi selamlıyor, “Hoş geldiniz.” diyordu. Kıvrıla kıvrıla katettiğimiz yolda artık dağı tırmanmıyor; dağın eteğinden aşağı, ovaya doğru yol alıyorduk. Ovaya yaklaştığımız bahçe ve tarlalardaki ekilmiş mahsullerden anlaşılıyordu. Hele bir ara enginar tarlasından geçtik ki kokusu, rayihası bütün bedenimizle birlikte ruhumuzu da ferahlattı.

Küsküt Küme Evler’den sonra Aşağı Aktaş Küme Evler’e ulaştığımızda artık Ödemiş’e iyice yaklaşmıştık. Günümüzde meyvecilik, fidancılık, patates ekimiyle ve özellikle de kestanesiyle ön plana çıkan Ödemiş, Küçük Menderes Nehri civarında kurulmuş Ege’nin şirin bir ilçesi. Ödemiş’e ulaştığımızda süs bitkileri noktasında da bir hayli geliştiğine şahit oldum. Birgi köyüyle daha çok anılan Ödemiş’te neredeyse ilçenin büyük çoğunluğu tarım arazisi. Çocukluğumda Soma’ya patates bu bölgeden gelirdi ve satıcılar “Sarı Ödemiş” diye satarlardı patatesi. Bugün coğrafi işaret de almış olan Ödemiş patatesinin lezzeti, Küçük Menderes Havzası’ndan geliyor.

Yazımı noktalamadan meşhur seyyahımız Evliya Çelebi’nin Turgutlu gezisi sonrası bu bölgeyi 10 ciltlik Seyahatname’sinde nasıl anlattığına değinmek istiyorum. Seyahatname’nin 9. cildinde “Evsaf-i şehr-i azim-i Durkutlu” başlığı altında Turgutlu için “şehr-i azim” ifadesini kullanan Evliya Çelebi, burayı ziyaret ettiği dönemde gelişmekte olan bir şehir görünümü arz ettiğini; şehrin dört tarafından bakıldığında çınar, kavak, salkım söğüt ve diğer ağaçlarla donanmış olduğundan şehrin görünmediğini ve bu sebeple de iki tarafı ağaçlı yol haline geldiğini belirtiyor. Şehir halkının huzur ve sükûn içinde yaşadığını ifade ediyor. Turgutlu'nun Acemi Ocağı’na çocuk verdiğini kaydeden Evliya Çelebi, bu görevi yapacak olan Yeniçeri Ocağı’nın üst rütbeli subaylarından biri olan “Kethüda-yeri”nin de Turgutlu'da bulunduğunu belirtiyor. Halkın giyimini anlatırken kullandığı tariften de anlaşıldığı gibi bölge halkı sanki günlük hayatında da askerî bir kıyafet giymektedir. Gençlerin levent kıyafeti giydiklerini, kadın ve erkeklerin kıyafetlerinin de baştan başa çuha renkli ferace olduğunu belirtmektedir. Kahvehanelerden de söz etmekte ve “yedi şahane kahvehanesinin olduğuna” yer veriyor. Ayrıca üzümden de bahsederek, üzümün ta o zamanlardan Turgutlu'nun sembolü olduğunu ifade ediyor.

Yine Yayla Köyü’nden; bağ ve bahçeli, “ab-ı hayatlı”, camili ve hamamlı bir köy olarak bahseden Evliya Çelebi, temmuz ayında Turgutlu halkının bu köye yaylaya çıktıklarını, daha sonra yarım saatlik bir yürüyüşle batıya doğru giderek Turgutlu'ya ulaştıklarını aktarıyor. Turgutlu için “şehr-i azim” ifadesini kullanmasıyla, ta o dönemlerde bile ilçenin kalabalık bir nüfusa sahip olduğunu, gelişmişliğini ve stratejik öneme sahip olduğunu anlatmaya çalışmış. Turgutlu’nun o dönemde bile basit bir kasaba değil, bölgenin dikkate değer şehirlerinden biri olduğunu işaret etmeye çalışmıştır.

Sizce Ege’nin hangi köyü, insanı en çok kendine çeker? Fikriniz bizimle paylaşın.

Yazarın Diğer Yazıları


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.