Abdülbaki Arvasi hazretleri Van ilimizin Arvas köyündendir. Evliyalar beldesi bu mübarek köyde dünyaya gelmiştir. Babası eski Van müftülerinden Şeyh Masum Efendidir. ( l875 - l938 ) Dedesi ise Seyyid Fehim Efendidir. Kendisi l899'da dünyaya gelmiş, l979' da vefat etmiştir.
Abdülbaki Arvasi hazretleri anlatıyor:
"Birinci Cihan Savaşından önce Van'da idadi (lise) mektebinde okuyordum. Okula sık sık gitmez, hep Bediüzzaman'ın Horhor'daki medresesine giderdim. 'Niçin mektebe gitmedin, yine mi kaçtın?' derdi. Ben de kendisinin yanında okumak istediğimi söylerdim."
"Horhor'daki medresesinde yeşil kaplı bir masası vardı. Bu masanın üzerine raptiyelerle, 'Beşikten mezara kadar ilim talep ediniz.' meâlindeki hadisi yazmıştı. Tahsilin sonunda olan talebelere bizzat kendisi ders verirdi. Hep seçme talebeleri vardı. Yirmi beş kadar talebeye ders veriyordu. Beni çok severdi, hiç ismimle hitap etmezdi. 'Birazi' (yeğen) derdi."
"Savaştan önce Nurşin ve Hüsrev Paşa camilerinde kalırdı. Bir gün babamla Adilcevaz'dan Van'a geldik. Babam beni mektebe getiriyordu. Gemi de tehirli olduğu için geç kaldık. Amcamın evi de uzaktı. Şabaniye mahallesindeydi. Babam Masum Efendi, 'Molla Said'e gidelim. Onunla sabaha kadar sohbet eder, takıştırırız' (Lâtife ve sohbet ederiz) dedi."
"Üstad'ın yanına vardığımızda vakit gece yarısıydı. Mevsim sonbahardı. Baktık Üstad caminin kapısında yorgana sarılmış oturuyor. Biz başkası sandık. Meğer yıkanması icab edince camiden çıkmış, dışarıda bekliyormuş. Babam: 'Vay ez gulâm, yahu Seyda burada ne arıyorsun? Donacaksın.' dedi. Sonra Üstad banyo yaptı ve geldi orada sabaha kadar babamla sohbet ettiler. Sabahleyin namazı kıldıktan sonra ayrıldık."
Üzülmeyin, İslâmiyet İncelir, Ama Kopmaz
"Cumhuriyetin ilk yıllarındaydı. Kör Hüseyin Paşa babama gelerek, 'Ben Seyda'nın yanına gidiyorum, beraber gidelim.' deyince, babam 'Biraz işim var, sen istersen Abdülbaki'yle git. Ayrıca valiyle fırka kumandanı Süleyman Sabri Paşaya haber ver de öyle git.' dedi."
"Sonra Vali Tahsin Beye gittik. Tahsin Bey, 'Benim de selâm ve hürmetlerimi söyleyin, ellerinden öperim.' dedi. Sonra Süleyman Sabri Paşaya gittik, o da aynı şeyleri söyledi. Atlara binerek Erek Dağına gittik. Üstad'ın yanında eskiden polislik yapmış Cevdet isminde bir talebesi vardı."
"Ziyaret sırasında Üstad gelecek günlerden bahisle, 'Üzülmeyin, başınıza çok işler gelecek. Sizi çok rahatsız edecekler. Üzülmeyin, hak yerini bulur. Onlar şeriatı kaldırmak istiyorlar. Şeriat-ı garra (parlak Şeriat, İslâmiyet) incelir, ama yine de kopmaz. Onun sahibi Allah'tır. Bir koruyucusunu gönderir, yeniden İslâmiyeti ihya eder.' dedi."
"Daha sonra biz bunu babama anlattığımızda, peder 'Herhalde Mehdi'yi kastetmiş.' diye kanaatini bildirdi."
"Dağda toprak bir manastır harabesinde oturuyordu. Çok basit bir yaşayışı vardı. Bir hasır, bir keçi postu vardı. Biz Şark lisanıyla 'mitil' deriz, yüzsüz bir de yorgan vardı. Ufak tefek bazı zaruri eşyalar da etrafta gözüküyordu."
"Vakit geçince talebesine 'Öğle oldu, misafirler var, bir şeyler yap da getir.' dedi. Bir parça bulgurla, biraz yağları kalmıştı. Talebesi bu kalan son yağla pilav yaptı getirdi. Çok azdı. Ben bunun kâfi geleceğini zannetmiyordum (Abdülbaki Efendi burayı anlatırken yemin ederek 'Ben hayatımda öyle lezzetli yemek yemedim. Orada, Erek Dağında, Üstad'ın yanında yediğimiz o öğle yemeğini unutamıyorum.' demekten kendini alamıyordu.) Yemekten sonra Üstad talebesine hitaben, 'Sen bu yemek yetmeyecek diye üzüldün. Bak Allah hepimizi doyurdu, hepimize kâfi geldi.' dedi."
"Az sonra abdest almak için müsaade istedi. Üstad dışarı çıkınca, Hüseyin Paşa para vermek istedi, fakat talebesi almadı. Paşa da parayı postun altına koydu. Az sonra Seyda gelince, henüz kollarını da indirmemişti. İki elini kapıya dayayarak güldü ve Hüseyin Paşaya, 'Paşa siz bana misafir oldunuz, aç mı kaldınız? Bizim bir şeye ihtiyacımız yoktur. Onu bizden daha fakir olanlara verin.' deyince, Hüseyin Paşa çok üzüldü ve gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başladı."
'Kurban Seyda bir şey yok!' dedi. Üstad ise:
"Onu başkalarına ver. Benden daha çok muhtaç ve müstahak olanlar var, onlara verin.' derken, Hüseyin Paşa: 'Seyda bir şey yok!' diyordu. Üstad yine: 'Yok yok, onu alın başkalarına verin.' deyince ben, postun altındaki parayı alıp cebime koydum."
Abdülbaki ARVASİ, bunları gözyaşları içinde anlatıyordu. Çok hislenmiş, çok duygulanmıştı. Anlatmaya devam etti:
"Artık kalkacaktık. Vedalaştılar, ayrılıyorduk. Üstad Hüseyin Paşa'ya, 'Bak Paşa, şimdi vereceğin yer hatırıma geldi. Bu Cevdet'in gömleği çok eski, buna bir mecid ver.' dedi. Paşa da çıkartıp bir altın verdi. Fakat talebesi bir altını almadı, sadece bir mecid aldı."
"Babam Masum Efendi ile Seyda çok samimi konuşurlardı. Babam, Seyda'yı çok severdi, hürmet ederdi. Harpten sonra, Seyda ile konuşurken, Üstad'ın kahramanca çarpışmalarından konu açılmıştı."
"Babam: 'Molla Said, dünyanın en cesuru sen miydin? Hükümet kaçtı, Bitlis halkı çekildi. Siz elli altmış kişiyle düşmana karşı dayandınız. Bu yüzden başına bu kadar felâket geldi.' Üstad tebessüm ederek:
“Masumların hatırı için, onların kurtulması için, vatanı düşmanlardan temizlemek için kendimizi feda ettik.” diye cevap verdi. Kendi çektiklerinin, zulüm ve eziyetlerin hiçbir ehemmiyeti olmadığını söyleyerek, 'Müslümanların saadeti için kendimizi feda etsek ne olacak?' dedi."
"Yine babam bir sohbet sırasında Seyda'ya, 'Ez gulam!... Doğru söyle, peki Rusya'dan nasıl kaçtın Sibirya'dan nasıl kurtuldun?' dedi. Üstad yine derinden derine tebessüm etti:
"Allah'ın inayetiyle kurtuldum. Artık gerisini karıştırma.” diyerek güldü."
"Seyda çok heybetliydi. İnsan kıyamazdı ona bakmaya. Seyda'nın köyüyle bizim Arvas birbirine çok yakındı. Seyda'nın küçük kardeşi molla Muhammed bizim köyde müderrislik yapardı. Amcam Mehmet Sıddık kendisini getirmişti. Daha sonra amcam harpte şehit oldu. Harpten sonra da Mehmed Efendi yine Arvas'ta ders okuttu. Kısa boylu, sakallıydı. Büyük kardeşi de âlim bir zattı. Uzun boylu bir insandı. Harpten önce vefat etti."
Son Görüşme.
Abdülbaki ARVASİ, Bediüzzaman Said Nursî ile son olarak, aradan yıllar geçtikten sonra, l960 yılı başında Konya'da görüşmüştü.
Bu görüşmeyi ise şöyle anlatıyor:
"Mevlâna türbesini tatil günü olmasına rağmen açtırdık. Üstad türbeyi ziyaret etti. Mevlâna'nın ruhuna dua ve Fatiha okudu. Kardeşi Abdülmecid Efendiyle görüştü. Konya'ya gelmesi de çok hâdiseli geçmişti. Gazeteler, polisler yaygara yapmış ve sıkı emniyet tedbirleri alınmıştı."
"Üstad'ın elini öptüm. Bana:
"Olur böyle şeyler... Demek seninle yine görüşecektik. Nasıl, daha Arvas'a gitmedin mi?' dedi. Ben de, 'Hayır, daha gitmedim' dedim. Gitmemi söyledi."
"Ben de Üstad'ın sözü üzerine çoluk çocuk o sene Arvas'a gittik. Üstad bizimle vedalaşırken gözyaşları akıyordu. 'Bu sizinle son görüşmem, hakkınızı helâl edin.' dedi. Hep ağladık, gözyaşları içinde Üstad'dan ayrıldık."
Murat FİDAN
(Necmeddin Şahiner, son şahitler.)