ZÜLEYHA ÇAĞLAYAN

Tarih: 06.11.2024 11:20

YOL KİMİNLE YÜRÜNMEZ?

Facebook Twitter Linked-in

Öyle bazı şeyler vardır ki ; karşılığı , herhangi bir şeyle mukayesesi olmadığı gibi karşılık olarak teşekkürü dahi namümkündür. Fatih’in İstanbulu fethi  gibi mesela… Bu fetih sonrası tebaası ona “ aman efendim devir bunu gerektirdi de aldın işte, almayıp da ne yapacaktın, kim olsa alırdı,  hem Allah aşkına yiyecek miyiz İstanbul’u, karnımızı mı doyuruyor, ne olmuş almışsak hem başka ne yaptın ki ?” gibi sorular yönlendirilmiş midir acaba?

Ayasofya benim öğrencilik yıllarımın ütopyasıydı. Erkek öğrenciler  her cuma Ayasofya’nın önünde eylem yapardı. Hatta bir üst nesil de vardı o Ayasofya eylemlerinde. Ayasofya’da namaz kılmak en kutlu hayallerimizden biriydi. Öğrenci yüreğim başka neler için içerlendi nelere üzüldü biliyor musunuz? Arkadaşlarımın başlarındaki örtü nedeniyle üniversite kapılarında bırakılıp,  itilip kakılmalarına…. Bir kısmının okulunu tamamlayabilmek için utançla peruk takmasına, bir kısmının her şey pahasına direnip okuldan atılmasına, ikna odalarına alınıp sıkıştırılmalarına….. Çok kişi eğitimine ara verdi, bir kısmı bıraktı, bir kısmı teslim olup kendine olan saygısını , huzurunu ve dahi mutluluğunu yitirdi. İbadetini gizli saklı yapmayan fişlendi, kamusal alanlara analar başlarındaki örtüyle babalar sakallarıyla giremedi… Baş örtüsü ile kamuda çalışmak bir genç kız için hayaldi. İçeriden karıştırılan Türkiye vesayet odaklarının meskeniydi. Devletin içi bile kendilerine hizmet edecek olanlarla örülmüştü. Çünkü Türkiye Müslüman  Türklere bırakılamazdı. Ne giyeceğimize, neye inanacağımıza, dinimizi nasıl yaşayacağımıza, hangi kısmının serbest hangi kısmının yasak olacağına bu ülkenin üzerine kabus gibi çökmüş adlarına devlet koymuş küresel çeteler karar veriyordu.

Onun için diyorumki son yirmi yılın kazanımı ne diye sorsanız bana; aklıma ilk gelenler din ve vicdan hürriyeti ile darbelere karşı, vesayetçi zihniyete karşı  oluşan refleks derim. Nasıl ki bir habis hastalığı ve yaşattığı ızdırabı sadece yaşayan biliyor ise o günlerin sıkıntılarını yaşayanlar olarak bizler biliyoruz. Şimdi yaşı yetmeyen gençlere hepsi masal gibi  geliyor anlattıklarımızın.

Sonra dünyayı okumaktan aciz, bir adım ötesini göremeyen, karşısındakinin bir hamle, üç hamle, beş hamle sonrasını algılamaktan aciz diğer seçeneklere ilişiyor insanın gözü. Siyasette güven;  sadece kendini millete hasredenlere karşı duyulabilecek türden bir duygudur.

İşte ne bu kazanımların ne bu güven hissinin teşekkürü mümkün millet nezdinde…. İkamesi  , seçeneği, muadili ne derseniz işte artık,  yok başkası , başka türlüsü…

Yok; yol, hastane, köprü, sosyal güvence, engelliye, engelliye bakan yakına, yaşlıya, dula , yetime, doğum yapana, çocuk bakana, çocuğu olana, yatalak hastası olana sağlananlara,   çağın ötesine taşınan kurumlara ve alt yapılarına, hizmet sektöründeki vatandaş odaklı politikalara hiç girmeyeceğim… Girince hem çok uzun yazıyorsun diyorlar.  Hemde bunların olmadığı günleri yaşamayanlar hepsinin varlığını olağanlaştırıp devlete borç yazıyorlar. Seksen yıl yapılmayanı yirmi yıla sığdıranlar hem borçlu hem kabahatli çıkıyor. Sosyal devlet denilen ve seksen yıl kitapçıklarda madde olarak kalan her ne varsa sıkıştırılmış program gibi bir acele ile önümüze serildi son yirmi yılda. Çok geç kalmıştık çünkü her şeye, anlamsız sıkıntılarla çok vakit kaybetmiş, çok oyalanmıştık…

Şimdi yapılana, yapılamayana kulp takan geçmişinden bir haber gençlere ve yapılanı bilinçli bir şekilde itibarsızlaştırma gayretindeki diğer müzevirlere bakıyorum da; öylece hiç bir şey yapmadan bir hazır bulmuşluk hali midir bu orantısız değersizleştirme gayretinin nedeni, yoksa işin içinde başka hesaplar mı var bilemiyorum.  

Oysa ben yada benim gibiler her şey güllük gülistanlık olmasa da mükemmeli değil değerlerimize, memleketimize sahip çıkıp, bizi ileriye taşıyanı istiyoruz başımızda, yakmayı yıkmayı küçülmeyi vaadedenleri, vesayet ve terör yardakçılarını, emperyalist şakşakçılarını , demokrasi tanımlarını kendi gibi düşünen/inanan  insanların özgürlükleri ve hakları ile sınırlı tutanları değil bizden olan maneviyatına, değerlerine, halkın önceliklerine kıymet verenleri istiyoruz… Söylemlerinde helallik isteyip , halkla barışacağını söylerken bir yandan Kurandan yükselen her sese söze homurdanan, din adamları ile savaşan, her söze diyaneti, camileri, imamları, dindarları örseleyerek başlayan , hassasiyetleri kaşıyan , terörü, teröristi güzelleyen insanlarla nereye adımlayabilirim? Onlara nasıl güvenebilirim? Hemde ortalık bunca  yangın yeri iken… İsrail’in barbarca sürdürdüğü yayılmayıcı politika ve bu politikanın bir ayağında Türkiye olacağı gerçeğini çocuklar bile biliyor ve anladı artık. Hal böyle iken: Bir olalım, ayrışmayalım, kenetlenelim diyoruz eyvallah . Keşke olabilse. Ama S400 leri kullanmıyoruz geri verin diyenlerle, ne gerek var hava savunma sistemine bize kim saldıracak diyenlerle, kapalı oturumun ardından yeni bir şey yok bildik şeyler bize yönelmiş bir tehdit yoktur endişelenmeyin diyenlerle, sınır ötesi operasyonlara karşı şerh  koyanlarla, terör örgütünün kanallarında boy gösterip , siyaseten güç devşirmek için bu yapılarla alış verişe, pazarlığa girenlerle, yönetimine talip olduğu ülkenin yargısının, kolluk güçlerinin karşısında terörle ilişki olanların yanında yer olanlarla, “Seyit Rıza, Şeyh Sait, Mazlum Doğan, Sakine Cansız ne yaptıysa onu yapacağız” diyenleri yanlarında durarak takdîs edenlerle nasıl olacak bu? İçimizdeki İsraillilerle nasıl olacak?

Yangını göremeyenlerle , yangının peşine suyla değil benzinle gidenlerle nasıl yola çıkılır?  

Uyan ey halkım! 
Sen uyan, sen uyan ki kimse kimseyi masallarla uyutamasın!içimizde Türkiye’yi savaşmadan teslim etmek isteyenler var!


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —