Zemini 1957’lerde Avrupa birligi çerçevesinde atilan kadin erkek esitligi yani “Toplumsal Cinsiyet Esitligi” düsüncesi Istanbul anlasmasi ile zeminini genisletti. Cinsiyet, Cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet esitligi söylemleri böylelikle zaten sikintida olan insanligi da aileyi de bitirdi.
Kadin–Erkek esitligi düsüncesi toplumsal cinsiyet esitliginin yaninda lezbiyen, gay, biseksüel, trans(LGBT±) ve diger formlarla karsimiza acilarla çikti. Nihayetinde pedofili olmanin dogustan gelen dogal bir duygu oldugunu ve onlara anlayisli olmamiz gerekliligi üzerine konusmalar Tedx de sunuldu. Hatta Hollanda’da pedofili el kitabi yayinlandi.
Bu gidisata dur demeliyiz. Üç maymunu oynayamayiz. Görmüyor, duymuyor, bilmiyor degiliz. Görüyor, duyuyor ve biliyoruz. Insanligi imar etmeli, yeniden kurallari gözden geçirmeli, kendimize gelmeliyiz. Yoksa gelecekte toplumsal cinsiyet esitligini konusacagimiz ne bir kadin ne de bir erkek kalmayacak, ne oldugu belirsiz ara cinsiyetler olusacak ve toplum da yok olacaktir.
Halbuki toplum; belirli kurallar üzerine adaletle yönetilen, görevlerinin ve sinirlarinin farkinda olup sorumlulugunu yerine getiren kadin ve erkeklerin, saglikli aile yapisi kurmalari üzerine bina edilmistir. Ailesi olmayan toplum yikilmaya mahkumdur.
Toplumun en küçük yapi tasi olan aile, anne baba ve çocuktan olusur. Annesi ihmal edilmis, babasi iptal edilmis bir ailenin çocuk yetistirmesi mümkün degildir. Aile bir nefes, çocuklar ise nese kaynagidir. Baba evin diregi, anne ise evin duvarlaridir.
Diregi ve duvarlari olmayan ev olur mu?
Kadini ve erkegi belli olmayan, esitlilik söylemlerine kurban edilen bir ortamda aileden söz edilebilir mi?
Bu esitlik hem kadina hem de erkege zulüm degil mi?