İnsanlık yaratıldığından bu tarafa 124 bin peygamber ve 124 milyon evliya dünyaya teşrif etmişlerdir. Bütün bu seçilmiş ve seçkin sahalarında söz sahibi insanlar, Kur’an Mu’cizesine vasıta vesile olacak Mümtaz Peygamberimiz Muhammed ASV dan söz etmişlerdir.
Bu öyle bir mu’cize ki; bugün bilim dünyasında, hakikat ve gerçeğini anlayan ve müslüman olan sayılamayacak alimler mevcuttur.
Bu konu çok veciz ve vazıh (açık) bir surette Mektubat eseri, On Dokuzuncu Mektupta insanı hayrette bırakacak şekilde anlatılmaktadır. İstifade etmek için oradan okumak gerekmektedir.
Burada Kur’an’ın mucize olduğuna dair bazı işaretlere birlikte bakalım:
ON SEKİZİNCİ İŞARET
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın en büyük ve ebedî (sonsuz) ve
yüzer delâil-i nübüvveti câmi (peygamberlik delillerini kapsayan) ve
kırk vecihle i'câzı (kırk yönüyle mucize özelliği) ispat edilmiş bir mu'cizesi
(Allah’ın izniyle peygamberimiz tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan eseri) dahi
Kur'ân-ı Hakîmdir
(her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân).
İşte şu mu’cize-i ekberin (en büyük mu’cizenin) beyanına (izahına) dair Yirmi Beşinci Söz, takriben (yaklaşık olarak) yüz elli sahifede,
kırk vech-i i'câzını (mu’cizelik yönünü)
icmâlen beyan (özet olarak açıklamış) ve ispat etmiştir.
Öyle ise, şu mahzen-i mu'cizat
(mu’cizeler mahzeni, kaynağı) olan
mu’cize-i âzamı (en büyük mu’cizeyi) o Söze havale ederek,
yalnız iki üç nükteyi beyan edeceğiz.
BİRİNCİ NÜKTE:
Eğer denilse, "İ'câz-ı Kur'ân
(Kur’ân’ın bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülüğü)
belâğattedir.
(düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesidir).
Halbuki umum tabakatın hakları var ki, i'câzında hisseleri bulunsun.
Halbuki, belâğattaki
(sözün hâlin ve makamın icabına göre söylenmesindeki)
i'câzı (mucize özelliğini),
binde ancak bir muhakkik âlim anlayabilir."
Elcevap: Kur'ân-ı Hakîmin her tabakaya karşı bir nevi i'câzı (bir tür mucize yönü) vardır ve
bir tarzda i'câzının vücudunu ihsas eder (mucize yönünün varlığını hissettirir).
Meselâ, ehl-i belâğat (söz ve ifade uzmanları) ve
fesâhat (açık ve akıcı şekilde dil kullananlar) tabakasına karşı,
harikulâde (hayranlık verici)
belâğattaki i'câzını
(az sözle çok mana ifade etmedeki mucize özelliğini) gösterir.
Ve ehl-i şiir (şairler) ve
hitabet tabakasına (güzel söz söyleme sanatkarlarına) karşı
garip, güzel, yüksek üslûb-u bediin (eşsiz güzellikteki ifade tarzının)
i'câzını (mucizeliğini) gösterir.
O üslûp herkesin hoşuna gittiği halde,
kimse taklit edemiyor.
Mürur-u zaman (zamanın geçmesi) o üslûbu (ifade tarzını) ihtiyarlatmıyor;
daima genç ve tazedir.
Öyle muntazam (düzenli) bir nesir ve
mensur (düz yazı) bir nazımdır (tertiptir) ki,
hem âli (yüksek), hem tatlıdır.
Hem kâhinler ve gaibden (görünmeyen alemden) haber verenler tabakasına karşı,
harikulâde (olağan üstü) ihbârât-ı gaybiyedeki i'câzını
(gayb âleminden gelen haberlerin mucize özelliğini) gösterir.
Ve ehl-i tarih (tarih ilmiyle uğraşanlar) ve
hâdisât-ı âlem uleması
(dünyada meydana gelen olayların alimleri) tabakasına karşı,
Kur'ân'daki ihbârât (haber vermeler) ve
hâdisât-ı ümem-i sâlife
(geçmişteki milletlerin başına gelen hâdiseler) ve
ahval (haller) ve
vâkıât-ı istikbaliye ve berzahiye ve uhreviyedeki
(ahiretle, kabir hayatıyla ve gelecekle ilgili olayların)
i'câzını (mucize özelliğini) gösterir.
Ve içtimaiyat-ı beşeriye uleması
(toplum bilimciler, sosyologlar) ve
ehl-i siyaset (siyasetle uğraşanlar)
tabakasına karşı,
Kur'ân'ın desâtir-i kudsiyesindeki (mukaddes prensiplerindeki) i'câzını (mucize özelliklerini) gösterir.