NEFİS AÇLIĞI MI GÖNÜL AÇLIĞI MI?
Birine gönül vermek, bir ideye, bir fikre tutunmak, bir dava için mücadele vermek ticari bir faaliyet değildir! Almak ve vermek esasına dayanmaz. Bunlar inanmışlık ve adanmışlık ile izah edilebilen kavramlardır. Ferhat’ın Aslı’ya, Mecnunun Leyla’ya duyduğu aşk için karşılık esasına bakmazsızın yaptığı fedakarlıklar ya da Osmanlıda devletin bekası, Din’i İslamın tebliği için aylarca seferlerde kalan padişahların konfor alanlarından verdiği taviz, “vatan” davasından vaz geçmeyen Filistinliler’in yıllarca çektirilen eziyetlere rağmen yurtlarından çıkmayıp verdikleri mücadele sadece adanmışlık ve inanmışlıkla izah edilebilir. Çünkü inandıkları yahut adandıkları her ne ise yerine koyacakları herhangi şeyin onlara getirisi çok daha fazla olabilecekken onlar nefislerini değil gönüllerini doyuracak olanı tercih ettiler…
Rabbim sen bizleri nefsinin değil imanının açlığına teslim olanlardan eyle…
CENİN POZİSYONU
Hani hep cenin pozisyonu derler… Bu gün namazım bittikten sonra yüreğimden doğmadan önce secde ederken doğduktan sonra bizi secde etmekten alıkoyan nedir diye geçirdim. Anne karnındaki bebeğin pozisyonu tam secde halidir çünkü. İki eli genellikle yüzünün yanında , başı önüne eğik, bacakları dizinden tam kırık ve karnına yakın… Bence buna cenin pozisyonu denmesinin nedeni secde pozisyonu denmesine engel olmak çabasıdır! Bilir misiniz Kızıldeniz’de bulunan ve dönemi itibarı ile Firavun olduğu düşünülen secde pozisyonundaki pek çok yeri bozulmadan korunmuş ceset ingilterede bir müzede yan yatmış olarak sergilenir. Secde ettiği anlaşılıp Kuran’ı Kerim’i teyit etmesin diye… Hiç akletmez misiniz diyor ya Rabbim… Bazen her şeyi uzun uzun, ince ince düşünmek gerekiyor. Müslümanın akletmesini engellemek için çaba harcayan bir dünyada yaşıyoruz çünkü!
Hep akleden, hep düşünenlerden olmamız nidası ile…
SORUMLULUK BİLİNCİ
Ne kadar “kolay” ve içinde ne çok “bana ne” barındıran bir cümle değil mi “Allah versin” ?
Yada ne az sorumluluk yüklüyor omuzlarımıza “Allah yardımcıları olsun”
Bu kadar kolay mı sorumluluklarımızdan, üzerimize Allahın yazdıklarından, boynumuza borç diye uladıklarından kaçmak. Biz öyle olduğunu sanaduralım…Hiç değil…
Kaygısızlık, sorumsuzluk, düşüncesizlik, umarsızlık kolaydır evet…. Ama sonuçları ağırdır. Müslüman olma iddiasındaki herkes bilir ki birbirimizden sorumluyuz. Mallarımızla, canlarımızla, imkanlarımızla, kudretimizle, sözümüzle, davranışlarımızla sorumluyuz.
Sahip olduğumuzu sandığımız hiç bir şeyin gerçek malik’i bizler değiliz. Mülk Allahındır. Bizler o emanet ile lütuflandırılırken o lütufla sınandığımızı çoğu kez unuturuz. Mallarımız ile şımarır firavunlaşırız. Mülke kişisel yetilerimiz ve çabamızla ulaştığımızı düşünür, bu hastalıklı ego ile daha azına sahip olan yada hiç birine sahip olmayan herkesi unuturuz.
Kazandıklarımızla kaybedenlere dönüşürüz. Kendini nefsine teslim edenler Allahın kendilerine emanet ettiklerinin içindeki hisseleri ayrımsayamazlar. Yetimin , mazlumun hakkı onun bunun malına çökerek yenilir zannına kapılır kendi uhdelerindeki yetim , yoksul, mazlum hakkını unuturlar. Gözlerini hakka kör eden nefis açlığını ve gönül körlüğünü destur edinir çoğaldıkça azaltan bir dünya malı edinme sürecine girerler…
Dünyada kalacak olanlar için ahirete gidecek hiçbir şey biriktirememek , vaktini ve gücünü yalnızca bu dünya kazanımları için zayi etmek olsa olsa iflas eden bir tacirin ziyanı gibidir; yokken çoğaltılan, çokken kendini yok eden…
Oysa çoğu çoğaltmak daha kolaydır. Ama sanılanın aksine alarak değil vererek çoğaltılır çoklar… Neyi çoğaltmak istediğiniz ise nefsimizin vereceği en ağır imtihandır.
İmtihanların kazananı olmamız duası ile….
Selametle kalın…..