11/08/2021’in sabah saatleri….
Bir önceki gün gibi yağmurlu memleketimin havası. Alışkın değilim ben, Abana’ da, Bozkut’da yağmur sağanak yağar, hava toparlanır bir kaç saatte. Bu sene huzursuz ve inatçı ama bulutlar. Bir kaç gündür yer yer sağanak ve kapalı, karanlık bir hava var! Üstelik şiddetli yağış uyarısı yapıldı.
Bir saatin içinde evin önünde dize kadar çıkan bir su birikti. Girişte oturan abimiz için üzüldüm önce. Evi, eşyaları zarar görmüştü çünkü kısa sürede. Neyseki bir süre sonra vidanjör gelip çekti suları. Rahatlamıştım, hatta Süleyman Soylu fanatizmim nedeni ile bir de espri yaptım bizimkilere “ ben karışmam sel mi sel; Süleyman SOYLU buraya da gelsin “ Kısa bir süre önce Giresun’da yaşanan sel felaketindeki gayretine duyduğum hayranlıktı sanırım bunu söylememin nedeni…Çok mu içten söyledim yada diledim bilemedim. Beş on dakika sonra sitenin bahçesi yine taşmıştı. Eşim aşağıya inip aracın yerini değiştirdi. Bir hareketlenme vardı sitede, koşuşturmaca, ikili üçlü konuşmalar... Bir süre sonra eşim çıktı yukarıya Ezine Çayı üzerindeki ilçe ile bağlantımızı sağlayan Harmosun köprüsünün trafiğe kapandığını suların köprünün üzerinden aştığını söyledi . 400 m uzunluktaki bir çay yatağından bahsediyoruz. Bunca yıllık ömrümde şahit olmadığım için eşimin bizimle dalga geçtiğini düşündüm önce, sonra suratındaki ifadeyi görünce anladım ki durum gerçekten vahim. Sitenin sağından geçen incecik deredeki taşkını ve derenin yön değiştitip siteyi bastığını görünce anladım işin ciddiyetini. Zaten bir süre sonra ezine çayının önüne alıp getirdiği molozlardan kalaslardan çamurdan arabalar ve eşyalardan denizin üzerine doğru mendirek gibi oluşan yarımadayı gördük balkondan.
Denizin içerisine yıldırımlar düşüyor yağmur bardaktan boşalır gibi yağıyordu. Gök gürültüleri çocukları korkutmuş, kızımın ağlamasına neden olmuştu. Bir süre onlarla konuşup endişemi gizleyip sakinleştirdikten sonra evin sarsılmasına neden olan ve denize düşen yıldırımlardan korkmadığıma kendimi de ikna etmeye çalıştım. Ezine deresinin denizle buluştuğu noktada oluşan yarımada gittikçe uzuyordu, uzaktan bakıldığında açık seçik seçilen bir tanker bile vardı o yarım ada üzerinde. Köprü trafiğe kapatılmıştı kullanımı imkansız bir haldeydi. Trabzanları kopmuştu, sular ve sel sularının getirdikleri üzerinden aşıyordu. Bir süre sonra hayat durdu, su ve elektrik kesilmişti. İlçeden ve çevreden haber alamıyorduk köprünün üzerinden aşan ve altından akan sel suları beraberinde onlarca araç, ev eşyası, tomruk, ağaç, iş yerlerine ve esnafa ait materyaller taşıyordu denize. Ve bir sürü de can tabii!
Selin boyutlarından bir kaç saat sonra haberdar olabildik. Gözümüzün önünde 2 km’lik bir mendirek oluşmuştu. İki km yukarıda çayın iki yanına kurulmuş Bozkurt ilçesindeki binaların çoğu hasar görmüş, bir kısmı yıkılmış, sel suları dükkanların neredeyse tamamının üzerini örtmüş yer yer evlerin 2. , 3. Katına kadar çıkmıştı. Esnaf dükkanında sel sularında boğularak can vermiş, çarşıdaki insanlar, arabasını kurtarmaya çalışanlar arabaları ile sele kapılıp gitmişlerdi. Bir çok insan evinin ikinci üçüncü katında yada çatısında mahsur kalmış, hayvanlar telef olmuştu. Belkide ömrümüzde görüp görebileceğimiz en büyük felaketi yaşamıştık .
Bizim ki ucuna tutunmak diyelim. Ya yaşayanlar içinde olanlar suya kapılan, evi yıkılan , mahsur kalan yada yakınını kaybedenler.... Yüreğimin titremesi bir türlü geçmiyor. Sadece olanları düşündüğümde bile gözyaşlarıma engel olamıyorum. Günlerce denizin iade ettiği bedenler vurdu kıyılara... Her biri ayrı bir hikaye...Her biri ayrı bir can, ayrı bir acı!!!!! Evsiz kalan yüzlerce insan devletin kucağına sığınmış... Birer mülteci gibi devletin yüreğini vatan etmiş yurt etmiş. Kimisi camide, kimisi otelde, motelde konaklıyor. Kimisine evini açmış Abanalılar. Bir kısmı yurtlara yerleştirilmiş bir sürüsünün yarım kalan bir hikayesi, sele kapılmış hayalleri var!!! Yarım kalan cümleler....yada belki hiç söylenememiş olanlar gibi! Bir süre sonra karanlığa gömüldü her yer! Sabah kalktığımızda onca arabanın insanın eşyanın yer aldığı o yarım adanın büyükçe bir kısmı dalgalara direnemeyip denize karışıp gitmişti. İçimin nasıl sızladığını tarif edecek bir cümle yok hafsalımda. Felaketin boyutlarını kahra, gözyaşına açılan yeni günle beraber daha çok anladık.
Benim birebir tanığı olduğum ve devletin tüm unsurları ile ilk anından itibaren afetzedelerin hizmetine sunulduğu ilk büyük afetti. Bilmezdikki o zaman dahası gelecek yurdumun milletimin başına, çok daha fazla örseleneceğiz milletçe, çok daha fazla yanacağız…. Bu hızlı refleksi ve iradeyi gösteren Sn. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’a ve yine ilk günden itibaren acının paydaşı olan gecesiz gündüzsüz dinlenmeksizin insan üstü bir gayretle uğraşan Sn. Bakanımız Süleyman SOYLU’ ya nasıl minnet duyduğumu anlatamam size. Elbette acının çok daha fazla paydaşı vardı; Çevre ve şehircilik bakanımız Sn. Murat Kurum, Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma ve emniyet teşkilatı, afad , umke, Kızılay , pek çok STK , yaraları sarmak için ülkenin dört bir yerinden koşan belediye ve ekipmanlar, hayırseverler, hayır sahibi iş insanları, arama ve kurtarma faaliyetleri ile yardım dağıtımında gönüllü olarak görev yapan tüm canlar , gelip acıya merhem olan herkese derin bir gönül borcu hissediyorum. Keşke imkanım olsa tekrar tekrar ve teker teker teşekkür edebilsem.
Ama dediğim gibi biri vardı ki ; acıyla kavrulan yürekleri, harap olan ilçeyi görünce kendini unuttu. “Gözümün gördüğü en büyük sel felaketi” demişti Bozkurt’u görünce. “Bu çocuklar her yağmur yağdığında korkacaklar” demişti bir de ilk önce ilçedeki çocukların yaşadığı travmayı düşünüp. Merhametti onun hizmet aşkının nüvesi, insan sevgisiydi, Allah rızasıydı… Biz o felaketi yaşayanlarlar olarak insanın en güzel ziynetinin, insanı güzelleştirenin ; merhamet ve sevgi olduğunu Sn. Süleyman SOYLU’da gördük. Atadan dededen sol görüşlü olan insanlar devletin Sn. SOYLU’da tezahür eden merhametli, sıcak, ilgili elini görenlerin konuştuklarına tanık oldum. “Her gün hatırımızı sordu, her gün ihtiyaçlarımız için yanımıza geldi, en olmaz ihtiyaçları , en pervasız talepleri bile karşıladı.” “Bütün oylarım onundur, ön yargılarımın hepsi tuzla buz oldu, insanlık gördük, devleti gördük” diyordu insanlar.
İki-üç ay, ilçeyi ayağa kaldırıncaya kadar oradaydı Sn. Soylu. Bazen eşi de… üç ay evinin rahatından , konforundan uzak, çamurun, melhenin içinde, insanca, yürekce, hakça adımladı bütün ilçeyi… Her bir afetzedeye neye ihtiyacı olduğunu sorarak, her birinin ihtiyacını karşılayarak…. Sabırla büyüğünden küçüğüne her canı dinleyerek… Keza aynı performansı beli sakat olduğu halde 6 Şubat depremlerinde Kahramanmaraş’ta da gördük.
Bu gün olsaydı diyorum; evet, Devletin başında aynı irade var belki ama artık devletin bir SOYLU’su yok. Milletin derdini dert etmeyen, üzerine vazife edinmeyen memur zihniyetli insanlar millette devlete karşı aynı hissiyatı, aynı güveni, aynı samimiyeti oluşturamıyor yazık ki. Sn. SOYLU vekil olarak hizmet yolculuğuna devam ediyor şükürler olsun ama hareket kabiliyeti kısıtlı. Millete verebilecek bunca şeyi olanların pasifize edilmesi yürek burkuyor. Oysa zor görevlerin adamı olduğunu defalarca kanıtladı Sn. Süleyman SOYLU . Vefası , sadakati; gayretine ve hizmet aşkına eklendiğinde, en güç zamanları aştı Türkiye O’nun İç İşleri Bakanlığı döneminde. Bir kez daha minnetle teşekkür ederken milletin; birikiminden ve güzel hasletlerinden daha çok istifade edebileceği bir konuma gelmesini umut ediyorum.